TEGABUN / ALDANMA SURESİ

İniş Sırası: 108 • Mushaf Sırası: 64 • Medeni Sure • 18 Ayettir

Afrika

Gücünüz yettiğince Allah karşı takva sahibi olun. Dinleyin ve itaat edin. Kendi iyiliğiniz için infak edin. Kim benliğinin cimriliğinden korunursa, işte onlar; onlar kurtuluşa erenlerdir. Eğer Allah’ın rızasını kazanmak için malınızı Allah yolunda harcarsanız, O, verdiğinizi kat kat artırır ve suçlarınızı örter. Allah Şekur’dur; üzerine düşeni eksiksiz yapar, Halim'dir; yumuşak davranandır. (Tegabun 16-17)

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Göklerde ve yerde olan her şey Allah’a boyun eğer[*]. Bütün yetki O’ndadır. Yaptığı her şeyi güzel yapmak O’na hastır. Her şeye bir ölçü koyan da O’dur.

Kafirler de zorunlu olarak Allah’ın koyduğu kurallara (tabiat kanunlarına) boyun eğerler, yoksa yaşamaları imkansızlaşır. Onların boyun eğmedikleri,tercihimize bırakılanlardır. Bu gerçekleri (ayetleri) görmezden geldikleri için kafir olurlar. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

2. Sizi yaratan O'dur. Böyle iken kiminiz kâfir, kiminiz mümindir. Allah yaptıklarınızı görendir.[*]

İnsanoğlu Allah'ın iradesi ile, O'nun gücü ile varolmuştur. Hem küfür hem de imana yönelebilme imkanı kendisine tanınmıştır. Bu iki yönlü yeteneği ile insanoğlu Allah'ın yarattığı tüm varlıklardan farklı bir nitelik kazanmıştır. Yine bu yeteneğinin gereği iman emaneti omuzlarına yüklenmiştir. Kuşku yok ki bu, büyük bir emanet, korkunç bir sorumluluktur. Bununla beraber yüce Allah insana büyük lütufta bulunarak eğri ile doğruyu ayırt edebilme ve seçebilme yeteneğini bahşetmiştir. Bunun yanı sıra davranışlarını değerlendireceği, yönünü tayin edeceği bir ölçüyü yardımına göndermiştir. Bu ölçü yüce Allah'ın insanlar arasında seçtiği elçisine indirdiği dindir. Böylece yüce Allah bütün bunlar aracılığı ile omuzlarına yüklediği emaneti taşımada insana yardımcı olmuştur, O'na hiçbir şekilde haksızlık etmemiştir.

"Allah yaptıklarınızı görmektedir."

Yüce Allah insanın her yaptığını gözetir. Niyetinin ve hedefinin gerçek mahiyetini görür. Şu halde insanoğlu bir şey yaparken kendisini gözetleyen ve her şeyini gören Allah'tan sakınmalıdır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

3. Gökleri ve yeri gerçek bir amaç uğruna O yarattı; ve size O şekil verdi, üstelik şeklinizi en güzel biçimde takdir etti; ama (o sûret de fanidir), her halükârda dönüş O’nadır.[*]

Bu ayetin "Gökleri ve yeri Hakk'a dayalı olarak gerektiği gibi yarattı." şeklindeki başlangıcı, mü'minin bilincine, evrenin yapısında asıl olanın hak olduğu, hakkın sonradan ortaya çıkmış veya gereksiz bir şey olmadığı, evren binasının bu temele dayandığı gerçeğini yerleştiriyor. Gökleri ve yeri yaratan ve her ikisinin hangi temele dayandıklarını bilen yüce Allah'tır bu gerçeği bu şekilde vurgulayan. Bu gerçeğin mü'minin duygusunda yer etmesi, ona dininin ve çevresindeki varlıklar aleminin dayandığı hakka karşı güven bahşeder, bağlılığını arttırır. Çünkü hakkın üstün gelmesi kaçınılmazdır. Hakkın kalıcılığı tartışılmazdır ve batılın köpüğü kaybolduktan sonra yerini koruyacak olan haktır.

Bu ayetin içerdiği ikinci gerçek ise şudur: "Size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır." Bu ifade insanın zihninde kendisinin Allah katında ne kadar saygın bir yere sahip olduğu ve yüce Allah'ın hem bedensel hem de duygusal şeklini güzel yapmakla kendisine ne büyük bir lütufta bulunduğu düşüncesini uyandırıyor. Çünkü insan, bedensel yapısı açısından yeryüzündeki canlıların en mükemmelidir. Yine duygusal yapısı ve akıl almaz sırlarla dolu ruhsal yetenekleri açısından da canlıların en gelişmişidir. işte bu yüzden kendisine yeryüzünde halifelik görevi verilmiştir. Bunun için kendisine oranla son derece geniş olan bu mülke yerleştirilmiştir.

İnsanın organik yapısının genel mimarisine veya herhangi bir organının yapısına yönelik araştırıcı bir bakış, "Size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır." gerçeğini bütün çıplaklığı ile ve somut olarak görür. Bu mimaride güzellik ve mükemmellik iç içedir. Güzellik şekilden şekle farklılık gösterir. Fakat insanın organik yapısının projesi özü itibariyle güzeldir, eksiksiz bir sanat ürünüdür, insanı yeryüzünde diğer bütün canlılardan üstün kılan tüm görevlere ve özelliklere elverişlidir.

"Dönüş O'nadır."

Her şeyin, her meselenin ve her yaratığın dönüşü O'nadır. Şu evren ve şu insan O'na dönecektir. Çünkü her şey O'nun iradesi ile var olmuş ve O'na dönecektir. O'ndan gelir O'na döner her şey. Başlangıç ve sonuç O'dur. Her şeyi başından sonuna kadar kuşatan O'dur. Ama O, sınırsızdır! (Seyyid Kutub Tefsiri)

3. O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir; yine gizlediklerinizi ve açıkladıklarınızı da bilir: zira Allah gönüllerdeki (en mahrem) sırları bilendir.[*]

Bu gerçeğin mü'minin kalbine yerleşmesi O'nun Rabbini gereği gibi tanımasını, gerçek anlamda bilmesini sağlar. iman esasına dayalı evrensel İslam düşüncesinin bir yönünü zihnine yerleştirir. Duygularını ve hedeflerini etkiler. Böylece insan, her yönüyle Allah'ın gözlerinin önünde olduğunun bilincinde olarak yaşar. Çünkü Allah'ın haberdar olmadığı hiçbir sır yoktur. Vicdanların derinliklerine saklanıp ta O'nun göremediği herhangi bir niyet söz konusu değildir. O, göğüslerin içini bilir.

Kuşkusuz, insanın hem kendi varlığının hem de tüm evrenin varlığının gerçek mahiyetini, yaratıcısı ile olan ilişkisini, Rabbine karşı takınacağı tavrı kavrayabilmesi ve her hareketinde ve yönelişinde O'ndan korkup sakınması için bunun gibi üç ayet yeterlidir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

5. Daha önce inkar etmiş olanların haberi size gelmedi mi? Onlar dünyada günahlarının cezasını çektiler. Ayrıca ahrette de onlar için acı bir azap vardır.[*]

Büyük bir ihtimalle burada müşriklere hitap ediliyor. Allah'ın peygamberlerini yalanlayan geçmiş milletlerin akıbetleri hatırlatılarak benzeri bir akıbetten sakınmaları isteniyor. Bu ifadenin bir soru şeklinde yöneltilmesi, daha önce yaptıklarının cezasını çeken kafirlerin bu durumuna ilişkin haber kendilerine geldiği halde onların tutumlarını değiştirmemelerini kınama amacına yönelik ola-bilir. Kendilerine anlatılmakta olan bu habere dikkatlerini çekmek te hedeflenmiş olabilir. Mekkeli müşrikler, Ad ve Semud oğulları, Lut kavmi gibi geçmişte yok edilen bazı milletlerin başına gelenleri biliyor, olup bitenleri kuşaktan kuşağa aktarıyorlardı. Öte yandan onlar Arap yarımadasının kuzeyine ve güneyine yaptıkları ticaret amaçlı seyahatlerde onların harap olmuş yurtlarının kalıntıları arasından geçiyorlardı.

Burada Kur'an-ı Kerim geçmiş milletlerin dünyadaki bilinen akıbetlerine, ahirette kendilerini bekleyen acı sonu da ekliyor. "Ayrıca ahirette onlar için acı bir azap vardır." Sonra onların başlarına gelen ve ahirette kendilerini bekleyen azabı hak edişlerinin nedenini açıklıyor. (Seyyid Kutub Tefsiri)

6. Bunun sebebi şudur: Elçileri açık belgelerle gelmişti. Onlar ise “Bu adamlar mı bizi yola getirecek?” deyip ayetleri görmezlikten gelmiş, yüz çevirmişlerdi.[*] Allah’ın kimseye ihtiyacı olmaz. Allah Gani’dir; hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı yoktur, Hamid’dir; bir sebep olmaksızın zâtıyla övgüye lâyık olandır.

Bu, bizzat Mekkeli müşriklerin de Peygamber Efendimize yönelttikleri bir itirazdır. Hiç kuşkusuz bu, peygamberliğin mahiyetini, insanlar için Allah tarafından gönderilen bir hayat sistemi olduğunu Dolayı siyle pratik olarak bir insan tarafından temsil edilmesi, yaşanması, o insanın kişiliği ile bu sistemin tercümanı olması, öteki insanların da güçleri oranında kendilerini ona uydurması gerektiğini, yine bu şahsın insanlardan farklı bir türe mensup olmaması Dolayı siyle, insanların hem kendilerine, hem hayatlarına, hem de gündelik yaşamlarına egemen kılacakları şekilde peygamberliğin pratik bir örneğini görmelerini zorlaştırmaması gerektiğini bilmemekten kaynaklanan çiğ bir itirazdır. Aynı şekilde bu itirazın bir diğer kaynağı da insanın mahiyetini, gökten gelen mesajı algılayıp başkalarına duyuracak kadar üstün bir özelliğe sahip olduğunu bilmeyişleridir. Aslında müşriklerin önderlikleri gibi gökten gelen mesajı insanlara duyurmak için meleklere gerek yoktur. Çünkü insanın içine Allah'ın ruhundan üflenen soluk, insanın Allah'tan gelen mesajı algılamasını ve yüceler aleminden algıladığı şekliyle gereklerini eksiksiz yerine getirmesini sağlar. Hiç kuşkusuz bu, insan türünü onurlandıran saygın bir görevdir. İnsanın Allah katındaki değerini bilmeyenlerden başkası bu görevi küçümseyemez. Kuşkusuz bu saygınlık ancak insanın içine Allah'ın ruhundan üflenen soluğun gerçekleşmesi ile mümkündür. Son olarak müşriklerin peygamberin insan oluşuna karşı takındıkları bu olumsuz tutum inatçılıktan, insanlar arasından seçilen bir elçiye uymayı kendine yedirememekten, yalancı bir büyüklük kompleksine kapılmaktan kaynaklanmaktadır. Sanki peygamberin insan oluşu şu büyüklük taslayan cahillerin değerini düşürmektedir. Çünkü anlayışlarına göre, kendi cinslerinden olmayan bir peygambere uymaları normaldi ve bunu küçük düşürücü bir davranış olarak algılamazlardı. Fakat kendilerinden birine uymaları onlara göre düşüklüktü, değerin eksilmesiydi. (Seyyid Kutub Tefsiri)

7. İnkâr edenler, öldükten sonra diriltilmeyeceklerini iddia ettiler.[*] De ki: “Hayır! Rabbime yemin olsun ki, öldükten sonra, diriltileceksiniz. Sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu, Allah'a göre kolaydır.”

Onların yeniden dirilmeyi ve öteki dünyaya inanmayı reddetmeleri, hiç kimsenin, ölümünden sonra hayatta yaptıklarının hesabını vermeye çağrılmayacağı kanaatine işaret eder. (Muhammed Esed Tefsiri)

8. Allah’a, O’nun Elçisine ve indirmiş olduğu nura (kitabına) inanın. Allah yaptıklarınızdan haberdar olandır.
9. Sizi bir araya getirdiği gün, o toplanma günü, beklentilerinizdeki yanlışların ortaya çıktığı gündür. Kim Allah’a inanıp güvenmiş ve iyi işler yapmışsa[*], Allah kabahatlerini örter ve onu ölümsüz olarak sürekli kalacağı, içinden ırmaklar akan bahçelere yerleştirir. Büyük kurtuluş işte budur.

Sevabı günahından fazlaysa. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

10. İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar ateş halkıdır. Orada [ebedî] kalacaklardır. Ne kötü varış yeridir (orası)!
BÖLÜM 2
11. Allah’ın izni olmadıkça,[1*] (insanın) başına hiçbir musibet gelmez;[2*] ve her kim Allah’a inanıp güvenirse, O onun (akleden) kalbine rehberlik eder:[3*] zira Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

[1*] el-İzn, özneye yapacağı eylem için hareket serbestisi tanımak ve bunu “bildirmek” demektir. Emrin aksine iznde muhayyerlik vardır. İzin verilen özne o izni kullanmayabilir. Bu bağlamda, âlemde cari olan sebep-sonuç ilişkilerine delâlet eder. Âlemin nizamı bu ilâhî sünnetle kaimdir. Sonuçları sebeplere bağlamış, sebepleri daha üst sebeplere bağlamıştır. Ancak bu bağ zorunlu değildir. Bunu söylemek, Allah’ı koyduğu yasaların hâkimi değil mahkûmu sanmaktır. O dilerse bu bağı koparıp daha üst bir sebebe bağlar. Dilerse doğrudan müdâhale eder. Hadid 22, musibetlerin sebep-sonuç ilişkisine bağlı olduğunun ifadesidir. Bakara 155-156 bu âyetin beyanıdır. İllâ bi-iznillâhın alternatif ibâreleri şunlar olabilir: illâ bi-meşîetillâh (ancak Allah’ın dilemesiyle), illâ billâh (ancak Allah sayesinde), illâ bi-merdâtillâh (ancak Allah’ın evet demesiyle), illâ bi-kaderillâh (ancak Allah’ın koyduğu yasayla)… İzin, meşîetten ayrıdır. Kulun başına musibetin ancak Allah’ın izniyle gelmesi kulun izin istemesini gerektirir. Kulun izin istemesi ise şu üç yolla olur:

1) İradeyi kullanması: Bu takdirde musibet kulun seçimi olur.

2) İddiada bulunması: iman en büyük iddiadır, ondan iddiasını isbat istenmiştir ve musibete izin verilmiştir.

3) Dua etmesi: icâbetten önce musibete izin verilip sınanmıştır.

[2*] Musîbet, başa gelen yarar ve zararın her ikisi için de kullanılır. Bu yüzden Nisâ 79’da hasenenin karşılığı musibet değil seyyiedir. Fakat genelde zarara atıfla kullanılmıştır.

[3*] Önce kul iman eder, sonra Allah kalbini yönlendirir. Bu imanda “güven” anlamı mündemiçtir. Vahyin tümünde kalp üzerinde tasarruf Allah’a nisbet edilir. Netice: kulun kalbine Allah rehberlik ederse acıyı bal eyler, musibeti muhabbete katık eder. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

12. Allah’a gönüllü boyun eğin, Resulüne / Elçisinin getirdiğine[*] gönüllü boyun eğin. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Elçimizin görevi açık bir tebliğden ibarettir.

Resul (رسول), “birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi o sözü iletmek için gönderilen elçi anlamına da gelir (Müfredat). Allah’ın elçilerinin görevi, O’nun sözlerini insanlara ulaştırmaktır. Bu sebeple Kur’an’da geçen رسول اللّه = Allah’ın Resulü sözlerinde asıl vurgu âyetleredir. Uhud savaşında nebîmiz’in öldüğüne dair haberlerin yayılması üzerine şu âyet inmişti: “Muhammed sadece elçidir. Ondan önce de elçiler geldi. O ölse veya öldürülse, gerisin geri mi döneceksiniz?” ( l-i İmrân 3/144) Allah’ın son resulü öldüğü için bizim muhatabımız olan resul, sadece Kur’an’dır. Resul kelimesine “Resulün/Elçinin getirdiği” meali bunun için verilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Resullere apaçık tebliğden başka ne düşer?" (Nahl 16/35) "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, bunu yapmazsan onun resullüğünü yapmamış olursun" (Maide 5/67) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

13. Allah kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayandır. Müminler yalnız Allah’a tevekkül etsinler. Herhangi bir işte elinden geleni yapıp sonrasını Allah'a bırakmak.
14. Ey inanıp güvenenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size karşı haddini aşanlar olur[1*]; onlara karşı dikkatli olun. Ancak kusurlarını görmez, yeni bir sayfa açar ve yaptıkları yanlışları örterseniz[2*] bilin ki Allah da sizin yanlışlarınızı örter ve ikramda bulunur.

[1*] Kelimenin kökü olan adv = عدو , haddini aşmak ve uyuşmazlık etmektir (Müfredât). Başkasının elindekine göz dikme, onun hakkını ele geçirme isteğidir. Bu da haddini aşmak olur ( Bakara 2/286; Nisa 4/43 99, Hac 22/ 60, Mücadele 58/2; Maide 5/13, Hicr 15/85, Zuhruf 43/89; Teğabun, 64/14).

[2*] Kur’an-ı Kerim’de suçluların suçunu görmezden gelmek, onları bağışlamak anlamında üç farklı kelime kullanılmaktadır: Biri affetmek anlamındaki (afv -عفو), diğeri bağışlamak, örtmek anlamındaki mağfiret (مغفرة), üçüncüsü ise yeni bir sayfa açmak anlamındaki safhtır (صفح). Biz Allah’ın öğretmesiyle O’ndan bizi afetmesini ve mağfiret etmesini dileriz. Allah bize kendisinin mağfiret edici ve affedici olduğunu bildirir. Kimi ayetlerde af ve safh Hz. Muhammed’ten, kimi ayetlerde Müslümanlardan istenir. Diğer bir ayette ise Müslümanlar affetmeye, safh etmeye ve mağfiret etmeye teşvik edilir. Afvun (عفو) sözlükte, silme, kazıma, eliyle görülmeyecek hale getirme demektir. Terim olarak ise üzerindeki suçu değil cezayı kaldırmak anlamındadır. Safh (صفح), sözlükte yüzünün güzel tarafını göstermek, yeni sayfa açmak demektir. Terim olarak hem suçu hem de verilen cezayı kaldırmak demektir. Mağfiret (مغفرة), sözlükte örtmek, kapatmak, gizlemek demektir. Terminolojide ise suçlu üzerinden suçu ve cezayı kaldırmakla birlikte onu korumak ve himayesi altına almak anlamına gelir. Savaşlarda başı, ok ve kılıçtan korumak için yapılan miğfer (مغفر) de mağfiret ile aynı kökten gelmektedir. Demek ki, anlam açısından safh, aftan daha geniştir, mağfiret ise safhtan daha geniştir. Bu durumda affın içinde safh yoktur, ama safhın içinde af vardır. Mağfiret ise hem affın hem de safhın anlamlarını içermektedir. Mesela: Hakim bayramlarda hapisteki bir kısım suçluları affeder ve onları serbest bırakır, ama onların sabıka kayıtlarını silmez. Bu suçlular hapisten çıktıktan sonra çalışmak için başvurdukları yerlerden sabıkaları yüzünden reddedilir. Eğer hakim onlara safh yapmış olsaydı (yani onlar için yeni bir sayfa açmış olsaydı), onlar hem hapisten serbest bırakılırdı hem de sabıka kayıtları silinmiş olurdu. Onlar toplum içinde diğer insanlar gibi rahat yaşayabilirdi. Eğer hakim onları mağfiret etseydi onların suçunu ve cezasını kaldırmak dışında onları devlet memuru da yapardı. Allah’ın müminleri affetmesi onlardan cezayı kaldırmasıdır; onlara mağfiret etmesi ise onlardan suçu ve cezayı kaldırmakla beraber cehennemden koruması ve cennete sokması demektir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

15. Mallarınız ve çocuklarınız (dünyaya yönelme ve ahiretten uzaklaşma konusunda) sizin için birer imtihandır.[*] Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.

İnsanın mal ve çocuklarla imtihanı en zor sınavlarından birisidir. Daha fazla kazanmak, daha güçlü olmak ve daha çoğuna hükmetmek için insan gerekli gereksiz yarışlara, haksız rekabetlere, boyunu aşan mücadelelere girer. Helal haram bakmadan, kanaat etmeden, paylaşmadan, yardımlaşmadan toplamaya ve stoklamaya devam eder. Çocuklarını özel şartlarda büyütmek, hususî okullarda okutmak ve lüks ortamlarda yaşatmak için daha çok kazanma ihtiyacı duyar. Bu ihtişamlı hayatın devamı için de sürekli kazanmak zorunda kalır. Böylece tamamen dünyaya ve dünyalıklara dalınca Allah’ı ve âhireti unutur. Oysa Şuara 26/88’de “O gün (ahirette) ne malın bir faydası olacak ne de evlâdın” buyruluyor. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

16. Gücünüz yettiğince Allah karşı takva[1*] sahibi olun. Dinleyin ve itaat edin. Kendi iyiliğiniz için infak[2*] edin. Kim benliğinin cimriliğinden korunursa, işte onlar; onlar kurtuluşa erenlerdir.

[1*] Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)

[2*] Sözlükte “tükenmek, tamamlanmak, son bulmak” mânasındaki nefk kökünden türetilen infâk “bitirmek, yok etmek; yoksul düşmek” gibi anlamlara gelirse de daha çok “para veya malı elden çıkarmak” mânasında kullanılmaktadır. Dinî-ahlâkî bir terim olarak genellikle “Allah’ın hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması” demektir. (TDV İslâm Ansiklopedisi, İnfak maddesi) (Onur)

17. Eğer Allah’ın rızasını kazanmak için malınızı Allah yolunda harcarsanız, O, verdiğinizi kat kat artırır ve suçlarınızı örter. Allah Şekur’dur; üzerine düşeni eksiksiz yapar, Halim'dir; yumuşak davranandır.
18. Görünmeyen ve görünen her şeyi bilir. Aziz’dir; üstünlükte eşi ve benzeri yoktur, Hakim’dir; doğru kararlar verendir.