RUM / BIZANS SURESİ

İniş Sırası: 84 • Mushaf Sırası: 30 • Mekki Sure • 60 Ayettir

Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü ölümünün ardından O canlandırıyor. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız. (Rum 19)

Âyette, öldükten sonra dirilmenin hiç de öyle akıl almaz bir şey olmadığı, yeryüzündeki sürekli yenilenme olaylarına işaretle özlü bir şekilde anlatılmış olmaktadır. Gerçekten, kupkuru topraktan ve ağaçlardan, yemyeşil bitkiler ve yapraklar, rengârenk çiçekler ve meyveler çıkaran ilâhî kudret için, yoktan var ettiği insanı tekrar diriltmesinin zor olacağı düşünülemez. Sayısız "bâ’s ba’de’l-mevt" (öldükten sonra dirilme) olayına sahne olan yeryüzüne bir kez ibret gözüyle bakıvermek bile, Allah’ın kudretini kavramak için yetecektir. (Diyanet Vakfı Tefsiri)

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Elif, Lâm, Mim.
2. Rumlar / (Bizanslılar) yenildiler;
3. Yeryüzünün en yakın / en alçak bir yerinde.[*] Ama onlar yengilerinin ardından galip duruma geçecekler.

Şam ve Kudüs’ün İranlılara geçmesiyle sonuçlanan savaşın cereyan ettiği Lût Gölü bölgesi Araplara yakın bir yer olduğu gibi, karaların en alçak noktasını teşkil etmekte ve deniz seviyesinin 395 metre aşağısındadır. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

4. (Ve bu galibiyet) birkaç yıl içinde[*] (gerçekleşecektir). Karar yetkisi, bundan önce (olduğu gibi, bundan) sonra da Allah'a aittir. (Şimdi müşrikler sevindiği gibi) o gün de mü'minler sevineceklerdir.

Bıd’ (بضع) kelimesi üçten dokuza kadar olan sayıları ifade etmek için kullanıldığı gibi birden dokuza kadar olan sayıları ifade etmek için de kullanılır (Müfredat). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

5. Allah’ın yardımıyla. O, uygun gördüğüne[*] yardım eder. O Azîz'dir; daima üstündür, Rahîm'dir; ikramı boldur.

Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

6. Bu Allah'ın vaadidir.[*] Allah vaadinden asla dönmez. Ama insanların çoğu bilmezler.

Müslümanlar Mekke'de çok büyük sıkıntılar çekiyordu. Üstteki ayetlerin indiği zamanı düşünürsek, birkaç yıl içinde Bizans’ın Perslerle savaşacağı gün Allah Müslümanlara yardım edecek, bunu biliyorsun. Müslümanlar Medine'ye hicret ettiklerinde bu savaşı bekliyorlardı. Mekkeli müşrikler de bu savaşı bekliyordu çünkü peygamberimiz ayetleri herkese anlatıyordu. Herkesin Bizans’ın birkaç yıl içinde bir savaş yapacağından ve galip geleceğinden haberi vardı. Ebu Süfyan'ın Şam tarafına kervan götürdüğü bir gün öğreniyorlar ki Bizans’la Persler savaşa başlamış. Allah bu savaşının sonucunu zaten bildirmişti. Rum suresinde "Bizans galip gelecek," dedi ve o gün Allah Müslümanlara yardım edeceğine söz verdi. Herkes bu ayetlerden haberdar olduğu için Ebu Süfyan Allah'ın Müslümanlara yardımının kendi kervan olacağını düşünüyordu. Kervanı korumak için Mekke'ye haber gönderip yardım istedi. Mekke kervanı korumak için ordu çıkardı. Ordu çıkarmaları Mekke müşriklerin bu olayı ne kadar önemsediklerini gösteriyor. Müslümanlar da Bizans’la Perslerin savaştığını duyunca Allah'ın kendilerine yapacağı yardımı Ebu Süfyan'ın Kervanı olduğunu düşündüler. Müslümanlar da Kervanı almak için yola çıktı. Bekleyerek yardım alamazlar çünkü Allah “gereğini yapana yardım ederim” dedi. Müslümanların hedefi kervan ama yola çıktıktan sonra müşriklerin Mekke'den ordu çıkardığını öğrenince bu sefer "ya ordu ya kervan bizim" diye düşünmeye başladılar ama kolay olanı yani kervanı almak istiyorlardı. Halbuki Allah'ın isteği başka, Allah Müslümanlara Mekke ordusunun yenmesi için yardım edecek çünkü Allah peygamberimizi Mekke’den çıkardıkları için kafirlerin sonunu getirmek istiyordu. Sonuçta Müslümanlar kervanla değil kervanı korumaya gelen orduyla yüz yüze geldiler. Bunu Allah denk getirdi çünkü o gün Müslümanlara galibiyet sözü verdi, bu da Bedir savaşıdır. (Onur)

7. Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Onlar, ahiret hayatının bilincinde değildirler.
8. Hiç olmazsa kendi kendilerine bir düşünmezler mi ki Allah, gökleri ve yeryüzünü ve ikisinin arasındakileri gerçek olarak ve mukadder Yazılı, yazılıp belirlenmiş ilahi taktir. bir zaman için yaratmıştır[*] ve şüphe yok ki insanların çoğu, Rablerine kavuşacaklarını inkar ederler elbet.

Panteizm ve benzer felsefi akımlara göre Allah dışındaki varlıklar, ancak onun yansıması ya da gölgesidir; hatta gölge dahi yoktur. Kur’an ise Allah dışındaki varlıkların da gerçek olduğunu bildirmektedir. Bu da bahsedilen akımların ve benzerlerinin (vahdet-i vücut, vahdet-i şuhud gibi) görüşlerinin yanlış olduğunu gösterir (Bakara 2/255, En'am 6/73, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Nahl 16/3, Ankebut 29/44, Zümer 39/5, Duhan 44/38-39, Casiye 45/22, Ahkaf 46/3, Tegabun 64/3). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

9. Öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmek için yeryüzünde hiç mi dolaşmadılar? Onlar kendilerinden daha güçlüydüler; yeri kazıp altüst etmiş, onu (toprağı) bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de onlara apaçık deliller getirmişti. Allah onlara haksızlık edecek değildi fakat onlar kendi kendilerine haksızlık etmekteydiler.
10. Nihayet böylelerinin akıbeti, Allah’ın âyetlerini yalanlamaları ve onları alaya almaları nedeniyle beterin de beteri oldu.
BÖLÜM 2
11. Allah, varlıkları ilkin yarattığı gibi, sonra bu (yaratışı) tekrarlayacak (dirilişi gerçekleştirecek). En sonunda hepiniz O'na döndürüleceksiniz.
12. Kıyamet koptuğu zaman, suçlular ümitlerini bütünüyle yitirecekler.
13. Onlar, Allah'a ortak koştukları varlıkların hiçbirinden bir destek göremeyecekler; oysa ki onlar ortak koştukları varlıklar yüzünden kâfir olmuşlardı.
14. Saat gelip çattığı gün, o gün, hepsi birbirinden ayrılacaktır.
15. İman edip doğru ve yararlı işler yapanlar bir mutluluk-esenlik bahçesinde ağırlanacaklardır.
16. Âyetlerimizi ve âhiret buluşmasını inkar edenlere gelince, işte onlar azapla yüz yüze bırakılacaklardır.
17. Akşam vakti içinde bulunduğunuzda[1*] ve sabaha çıkarken[2*] Allah’a ibadet edin.

[1*] “Akşam vakti içinde bulunma” şeklinde meallendirilen fiilin mastarı olan “imsâ (إمساء)”, akşam vaktine girmek ve o vakit içinde bulunmak anlamındadır. Bu da güneşin batışından, gecenin zifiri karanlığının başladığı yatsı vakti sonuna kadar olan zaman diliminde bulunmayı ifade eder. Bu vakitte akşam ve yatsı namazları kılınır.

[2*] Seher vaktinin bitip fecr-i sadığın başladığı zamandan güneşin doğuşuna kadar olan vakit. Bu vakitte sabah namazı kılınır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

18. Göklerde ve yerde her şeyi mükemmel yapmak Allah’a özgüdür. İkindide ve öğle vaktinde bulunduğunuzda da ona ibadet edin[*].

Farz namazların vakitlerini gösteren iki ayet “Namazı kıl!” emriyle başlar (Hud 11/114, İsra 17/78). Farz ve nafile namazların vakitlerini birlikte ifade eden ayetlerde ise “Tesbih et” ifadesi kullanılır (Taha 20/130, Kaf 50/39-40, Tur 52/48-49, İnsan 76/26). Türkçede tesbih etme fiili yalnızca belli sözlerin tekrar tekrar söylenmesi şeklinde anlaşıldığı için bu sözcük yerine “ibadet et” fiili kullanılmıştır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

19. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü ölümünün ardından O canlandırıyor. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız.[*]

Âyette, öldükten sonra dirilmenin hiç de öyle akıl almaz bir şey olmadığı, yeryüzündeki sürekli yenilenme olaylarına işaretle özlü bir şekilde anlatılmış olmaktadır. Gerçekten, kupkuru topraktan ve ağaçlardan, yemyeşil bitkiler ve yapraklar, rengârenk çiçekler ve meyveler çıkaran ilâhî kudret için, yoktan var ettiği insanı tekrar diriltmesinin zor olacağı düşünülemez. Sayısız "bâ’s ba’de’l-mevt" (öldükten sonra dirilme) olayına sahne olan yeryüzüne bir kez ibret gözüyle bakıvermek bile, Allah’ın kudretini kavramak için yetecektir. (Diyanet Vakfı Tefsiri)

BÖLÜM 3
20. Sizi toprak türünden yaratması, O’nun kudret delillerinden biridir; sonra siz (bir süreç içinde) beşer olarak gelişip kişilik kazandınız.[*]

Zımnen: En basit varlıktan bir şaheser çıkaran Allah böyle bir şeyi anlamsız ve amaçsız yapar mı? Toprağın bir amacı olsun da, insanın bir amacı olmasın mı? (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

21. Yine sizin için kendileriyle huzur bulasınız diye kendi türünüzden eşler yaratması, aranıza sevgi ve merhameti yerleştirmesi de O’nun kudret delillerinden biridir: Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir topluluk için alınacak bir ders mutlaka vardır.[*]

Karşıt cinslerin yaratılış amacının çarpıcı beyanı: Bedende başlayıp onu aşarak ruhu kucaklayan sevgi, bu sevginin sonucunda hayat tohumunun toprağını bularak mahlukat ağacının en soylu meyvesi olan insana dönüşmesi. Bu sayede cinsellik süflî bir arzu olmaktan çıkıp ulvî bir hizmet halini alır. Tıpkı kâinat nasıl cazibe ipliği sayesinde kaostan kurtuluyorsa, insan da meveddetten kaynaklanan bu cezbe sayesinde soyu tükenerek yok olmaktan kurtulur. Dolayısıyla bu sonuncuların verilmesi için insanî gayret şarttır. Meveddet ve rahmet, kadın ve erkeği birlikte tutan iki unsurdur. Sevgi tekâmül ettirilmezse, cinsellik tükenince o da biter. Fakat rahmet cinsellik bittikten sonra da sürer. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

22. Yine gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da O’nun kudret delillerinden biridir: Şüphesiz bunda (farklılığın değerini) bilenler için mutlaka alınacak dersler vardır.[*]

Bu âyet açıkça şunu söyler: Dillerin ve renklerin farklılığı Allah’ın birer âyetidir. Dolayısıyla herhangi bir renge ve dile karşı kökten bir saldırı, Allah’ın bir âyetine saldırıyla eş anlamlıdır. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

23. Yine geceleyin ve gündüzün uyuyabilmeniz ve O’nun lutfundan (payınıza düşeni) arayabilmeniz de O’nun kudret delillerinden biridir:[1*] Şüphesiz bunda da (varlığın) sesine kulak veren herkesin alacağı bir ders mutlaka vardır.[2*]

[1*] Uyku nimetinin değerini bu nimetten mahrum kalmayan asla takdir edemez.

[2*] Bütün bu âyetleri, ancak varlığın sesini işitebilecek bir gönül kulağına sahip olanlar algılar. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

24. Sizlere korkuyla ümidi bir arada yaşatmak için çakan şimşeği göstermesi de, gökten bir su indirip onunla ölü toprağa hayat vermesi de O’nun kudret delillerinden biridir: Şüphesiz bunda da akleden bir topluluk için alınacak bir ders mutlaka vardır.[*]

Kur’an’da nerede yağmurdan söz edilirse, orada zımnen vahiyden söz ediliyor demektir. Burada da öyle: Tıpkı çöle düşen yağmurun çölü göle çevirmesi gibi, çöle dönmüş gönüllere düşen vahiy de orayı dirilterek eşkıyadan evliya çıkarır. Ebu Zer’in hayatı, bunun en çarpıcı örneğini oluşturur. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

25. Göklerin ve yerin O'nun buyruğu altında sapasağlam durması da O'nun delillerindendir. Sonunda O sizi bir tek seslenişle yerden kalkmaya çağırdığında, hepiniz (yargılanmak ve hayatınıza kaldığınız yerden devam etmek üzere) ortaya çıkacaksınız.
26. Göklerde ve yerde bulunan her varlık O’na aittir; hepsi de O’na gönülden boyun eğmektedir.[*]

Zımnen: Ya sen ey insan? Allah’a teslim olmuş bu uçsuz bucaksız kâinat içinde O’na başkaldıran bir varlık olmak seni rahatsız etmiyor mu? (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

27. (Mahlûkatı) yoktan var eden, (öldükten) sonra onu yeniden vücuda getirecek olan O'dur. Bu O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce örnekler O'na aittir. O'dur Azîz; daima üstün ve Hakîm; kararları doğru olandır.
BÖLÜM 4
28. O size kendinizden bir örnek verir: Otoriteniz altında bulunan kimseleri, size verdiğimiz servet üzerinde (söz sahibi) ortaklar olarak görüp onlarla (otoritenizi) eşit olarak paylaşır; size denk (statüde) olanlardan çekindiğiniz gibi onlardan da çekinir misiniz?[*] İşte Biz, akleden bir topluluğa âyetlerimizi böyle açıklarız.

Zımnen: Siz size emanet edilen üzerindeki tasarruf hakkınızı başkalarıyla paylaşmaya dahi yanaşmazken, Allah’ın mutlak otoritesini başkalarıyla paylaşmasını O’ndan nasıl beklersiniz? Ve Allah’a şirk koşmanın bu demeye geldiğini nasıl bilmezsiniz? (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

29. Yanlışa dalanlar, aslında bilgisizce nefislerinin arzularına uyarlar. Allah’ın sapkın kabul ettiğini kim doğru yola getirebilir? Onların hiçbir yardımcısı olmayacaktır.
30. Sen yüzünü doğrudan doğruya bu dine, Allah’ın fıtratına[*] / varlıklarda geçerli kanununa çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Dosdoğru din budur, ama insanların çoğu bunu bilmez.

Fıtrat, insanların ve tüm varlıkların temel yapısını oluşturan yaratılış, gelişim, değişim ilke ve kanunlarıdır. Göklerin, yerin, insanların, hayvanların, bitkilerin yani her şeyin yapısı ve işleyişi fıtrata göredir (Hac 22/18). Bütün ilimlerde geçerli olan temel kanunlar bunlardır. Allah’ın dini bu kanunlara bire bir uygundur. Çünkü bu dinin sahibi, o kanunları koyan Allah’tır. İslam dinine uyan, fıtrata uymuş, varlıklar âlemiyle tam bir uyum içine girmiş olur. Bu uyumu bozacak oluşumlar, kişiyi, toplumu ve çevreyi de bozar. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

31. Ona yönelen kişiler olun, ona karşı yanlış yapmaktan sakının. Namazı düzgün ve sürekli kılın. Müşriklerden olmayın;
32. Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlardan (olmayın! Bunlardan) her grup, kendi yanında bulunanla sevinmektedir.
33. İnsanlara bir zarar dokundu mu, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra (Rableri), onlara kendinden bir rahmet taddırınca, hemen onlardan bir grup, Rablerine ortak koşarlar.
34. Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Haydi sefa sürün; ama yakında bileceksiniz!
35. Yoksa onlara bir delil indirmişiz de o mu (Allah'a) ortak koşmalarını söylüyor?
36. İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, ona sevinirler; ve eğer kendi yaptıkları yüzünden bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşerler.[*]

Hayat felsefesi “acıdan kaç hazza koş” olan hazcı tipi resmediyor. Bu tip, parçada kötü duranın bütünde iyi durabileceğini düşünmez, bütünü de asla göremez. Zımnen: Parçayı görene düşen bütünü görene teslim olmaktır. Bunu yapamayana tek yol kalıyor: Umutsuzluk. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

37. Allah’ın, tercih ettiği kişi için rızkı genişlettiğini de daralttığını da görmediler mi? İnanıp güvenen bir topluluk için bunda ayetler / göstergeler vardır.
38. Akrabaya, yoksula, yolcuya (zekat ve sadakadan) hakkını ver. Allah'ın yüzünü (rızasını) isteyenler için bu, daha hayırlıdır ve onlar başarıya erenlerdir.
39. İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faizli borç Allah katında (Allah’ın koyduğu ekonomik sistemde) artmaz, Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekât ise (öyle değildir)[*]. İşte zekât verenler, mallarını kat kat artıracak olanlardır.

Zekât verenler mallarını artırır. Her ne kadar zekât veren kişinin malı azalıyormuş gibi görünse de ‘kat kat art(ır)ma’ ifadesinden anlaşıldığı üzere toplumun bütün kesimlerinde zekâtın etkisi görülür. Nihayetinde piyasada meydana gelen gelişmeden zekât verenler de faydalanır. Tam tersi faizli işlemlerde faiz alan kişi kazançlı çıkmış sayılsa da ‘Allah katında artmaz’ denildiği için piyasada daralmaya sebep olduğu anlaşılmaktadır. Zira her yerde olduğu gibi piyasalarda da Allah’ın kanunları geçerlidir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

40. Sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek ve daha sonra da diriltecek olan Allah'tır. (O'na) ortak koştuklarınız içinde, bunlardan herhangi birini yapabilen var mıdır? O, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.[*]

Onları gerçek durumları ile yüz yüze getiriyor. Yalnız Allah'ın oluşturduğu konusunda tartışmaya giremedikleri veya ortak bildikleri ilahlarının bu oluşumlarda pay sahibi olduğunu ileri süremedikleri, onları yaratanın, rızık veren, öldüren ve ölümden sonra diriltecek olanın Allah olduğu gerçekleriyle. İşte, yalnız Allah'ın yaratıcı olduğunu onaylıyorlar, ilahlarının kendilerine herhangi bir rızık verdiğini ileri süremiyor ve öldürme konusunda da Kur'an'ın söylediği ile çelişen bir kanıta sahip değiller. Geriye sadece olup olmayacağı konusunda çekişmeye girdikleri ölümden sonra dirilme kalıyor. Vicdanlarına yerleştirmek için Kur'an bu konuyu onlara, düştükleri sapıklığın ötesinden yapılarına seslenen, eşsiz bir yöntemle, herkesçe onaylanan ölçüler içinde sunuyor. Yapı ölümden sonra dirilme işini reddetmez.

Sonra onlara ortaklarınız içinde bunlardan bir şey yapan var mı" diye soruyor. Onlardan cevap beklemiyor. Bu, cevaba ihtiyaç duymayan ayıplama babında sadece olumsuz cevap için oluşturulmuş bir sorudur! Ona Allah'ın eksikliklerinden beri görülmesini eklemekle yetiniyor. "Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir ve yücedir." (Seyyid Kutub Tefsiri)

BÖLÜM 5
41. İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozulma meydana geldi. Neticede (Allah), yaptıklarının (kötü sonuçlarından) bir kısmını kendilerine tattıracaktır;[*] umulur ki (yol yakınken) dönerler.

Bu âyet insanın maddî-mânevî her alandaki sorumsuzluk ve bencilliğinin kötü sonuçlarını ifade etmektedir. Dahhâk fesada “su kaynaklarının zayi edilmesi ve ağaçların kesilmesi” ile ilgili bir anlam verir (Kurtubî). Günümüz itibarıyla suların ve havanın kirlenmesi, bunun sonucunda deniz ve kara canlılarının neslinin yok olması, salınan zehirli gazlarla ozon tabakasının delinmesi, bunun sonucunda filtre edilmeyen güneş ışınlarının ölümcül hastalıklara neden olması, küresel ısınma sonucu iklimin ve doğal dengenin bozulması, kutupların erime tehlikesiyle karşı karşıya kalması, hep bu “kötü sonuçlar” arasında sayılabilir. Bir uyarı niteliği taşısın diye “kötü sonuçların bir kısmı” tattırılmaktadır. Belli ki ilâhî koruma kalkıp tümü tattırılmış olsa, bu, insanlığın ve hayatın sonu anlamına gelecektir. Kötü ameller asıl cezasını tam olarak âhirette bulacaktır. Âyette buyurulan “vazgeçme”, kötü sonuçları doğuran eylemi terk yanında o sonuçları da ortadan kaldırma çabasıdır ki, bunlar birer fiilî tevbe ve istiğfar olacaktır. Yine, ekolojik fesat yanında akidevi, ahlâkî, sosyal, siyasî ve ekonomik fesadı da dile getirmek gerekir. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

42. De ki: “Dolaşın yeryüzünü! Bu sayede daha önce yaşamış (günahkârların) akıbeti nasılmış görüp inceleyin![1*] Çünkü onların çoğu, Allah’tan başkasına ilâhî vasıflar yakıştırmışlardı.”[2*]

[*1] Kur’an’da yedi yerde doğrudan gelen bu emir, zımnen gezip görmeyi bilgi vasıtalarından biri olarak kabul eder.

[*2] Geçmişte somut varlıklara yakıştırılan ilâhî vasıflar, modern zamanlarda ideoloji gibi soyut düşünce sistemlerine de yakıştırılmaktadır. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

43. Öyleyse Allah tarafından, o geri dönüşü mümkün olmayan gün gelmeden önce, sen yüzünü (özünü) dosdoğru dine (İslam'a) yönelt! O gün insanlar gruplara ayrılacaklardır.[*]

“O gün insanlar gruplara ayrılacaktır” yani, insanlar dünyada yaşadıklarına göre ya kötülere katılarak inkârcılar grubunda cehennem tarafına geçecek ya da erdemlilere katılarak mü’minler grubunda cennet tarafına geçecek. “Hesap günü geldiği zaman, (ilâhî adâlet tam olarak tecelli edecek ve iyilerle kötüler birbirlerinden ayrılarak) gruplar hâlinde toplanacaktır.” (Rûm 30/14) (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

44. Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine olur. İyi işler yapanlara gelince, onlar da kendileri için (cennetteki yerlerini) hazırlamış olurlar.
45. Bu, Allah’ın inanan ve iyi işler yapanları kendi lütfundan ödüllendirmesi içindir. O, kâfirleri sevmez.
46. Nitekim (yağmurun) müjdecisi olarak (önden) rüzgârları göndermesi O’nun (kudretinin) delillerindendir; bu sayede size rahmetini tattırmakta, gemileri yasası sayesinde yüzdürmekte, yine bu sayede O’nun lûtfu kereminden pay almaktasınız: umulur ki şükrünü eda edersiniz.
47. Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik; onlara deliller getirdiler ve biz, (onları dinlemeyip) suç işleyenlerden öc aldık. (Elbette alırız, çünkü) mü'minlere yardım etmek, üzerimize borç idi.
48. Allah, rüzgarları gönderendir. Onlar yağmur bulutunu harekete geçirir, Allah da onu gökte tercih ettiği[*] şekilde yayar ve küme küme yapar. Sonra aralarından yağmur damlalarının çıktığını görürsün. Onu, tercih ettiği kullarına ulaştırdığında hemen sevinirler.

Şâe (شاء) fiili için bkz. Rum 30/5. ayetin dipnotu. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

49. Halbuki onlar, daha önce Allah'ın üzerlerine yağmur indireceğinden tamamen ümitsiz idiler.
50. Allah’ın ikramının sonuçlarına bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl canlandırıyor! Bunu yapan, elbette ölüleri de canlandırır. O, her şeye bir ölçü koyar.
51. İşte böyle: şayet [topraklarını kavuran] bir rüzgar göndersek ve ekinlerinin sararmaya başladığını görseler, [kısa süre önceki sevinçlerinden] vazgeçip [kudretimizi ve rahmetimizi] inkar etmeye kalkışırlar!
52. Sen ne ölülere işittirebilirsin, ne de arkalarını dönüp giden sağırlara çağrıyı duyurabilirsin.[*]

Belli bir radyo yayınını nasıl ki pili bitmiş yahut düğmesi çevrilmemiş yahut, dalga ayarı yapılmamış bir radyo ile dinleyemiyorsak aynı şekilde Tanrı'nın mesajı da aklını kullanmayan, yeni düşüncelere kapalı bağnaz kafalarda yankı bulmaz. (Edip Yüksel Tefsiri)

53. Ve yine, [kalpleri] kör olanları sapıklıklarından döndürüp doğru yola iletemezsin: Sen [davetini] ancak mesajlarımıza inan[mak istey]enlere ve böylece kendilerini Bize teslim edenlere duyurabilirsin.
BÖLÜM 6
54. Allah sizi güçsüz olarak yaratan, güçsüzlüğün ardından güçlü hale getiren, güçlülükten sonra da tekrar güçsüz ve ak saçlı hale getirendir. O tercih ettiği şeyi yaratır. Daima bilen ve ölçüyü koyan odur.
55. [Size ölümü veren ve zamanı geldiğinde yeniden diriltecek olan O’dur!] Ve Son Saat gelip çattığında, günaha saplanmış olanlar, [yeryüzünde] bir saatten fazla kalmadıklarına yemin edeceklerdir: onlar kendilerini böylece [hayat boyu] kandırırlar![*]

İnsanın dünyevî/maddî “zaman” kavramının yanıltıcı özelliğine Kur’an’ın çeşitli yerlerinde değinilmiştir. Yukarıdaki bağlamda, öncelikle bu kavramın izafîliği, yani bu dünyadaki hayatımızın öteki dünyadaki ebedî hayata nazaran aşırı kısalığı (karş. mesela, 10:45 veya 17:52), ikinci olarak da, yeniden diriltilen günahkarların, yeryüzündeki hayatlarının, hatalarını anlamalarına ve hayat tarzlarını düzeltmelerine, imkan vermeyecek kadar kısa olduğu şeklindeki avuntuları vurgulanmaktadır. Kur’an, “böylece onlar kendilerini kandırırlar” (lafzen, “uzaklaşmaktadırlar”, yani hakikatten) derken problemin bu ikinci yüzünü vurgulamaktadır. (Muhammed Esed Tefsiri)

56. Fakat [hayattayken] kendilerini bilgi ve inanç ile donattıklarımız:[*] “Siz, gerçekte, Allah’ın vahyettiğin[i doğru kabul etme]de geciktiniz [ve] Kıyamet Günü’ne kadar [beklediniz]: işte bugün Kıyamet Günü’dür: ama siz bunu anlamamakta direndiniz!” diyeceklerdir.

Sözü edilen bu bilgi sahipleri, kıyamet gününe iman eden, dünya hayatının dış görünüşünün ötesini kavrayan mü'minler olup, gerçek bilgi etkin iman ehli onlardır. İşte onlar işi Allah'ın takdiri ve bilgisine dayandırmaktalar. Kendilerine bilgi ve iman verilenler dediler ki:

İste bu, o planlanmış andır. Uzun veya kısa olması önemli değildir. Kuşku yoktur ki, bu, o vaad edilen buluşma zamanıdır ve gerçekleşecektir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

57. Artık o kıyamet günü, o kâfirlere özür dilemeleri fayda vermez ve dertlerinin çaresine bakılmaz.
58. Gerçekten, bu Kur'an'da insanlar için her türlü örneği verdik. Onlara bir mucize getirsen bile, inkarcılar: "Siz, ancak batıl Doğru ve haklı olmayan. Çürük, temelsiz, asılsız. şeyleri ileri sürenlersiniz" derler.
59. Allah, bilmezlikten gelenlerin kalpleri üzerinde işte böyle yeni bir yapı oluşturur.
60. Sabret! Şüphesiz ki Allah’ın vaadi gerçektir. (Buna) kesin bir şekilde inanmayanlar sakın seni gevşekliğe sevk etmesin!