RAD / GÖK GÜRÜLTÜSÜ SURESİ

İniş Sırası: 96 • Mushaf Sırası: 13 • Medeni Sure • 43 Ayettir

O (Allah), hem bir korku ve hem de (bereketli yağmuru müjdeleyen) bir ümit (vesilesi) olarak size şimşeği gösteren ve (yağmur yüklü) bulutları meydana getirendir. Gök gürültüsü, her şeyi mükemmel yapmasından; melekler de korkudan ona boyun eğerler. Yıldırımları o gönderir ve onlarla tercih ettiğine çarpar. O insanlar, Allah konusunda tartışıp duruyorlar. Halbuki Allah’ın vereceği sıkıntı çetin olur. (Rad 12-13)

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Elif, Lâm, Mîm, Râ. Bunlar kitabın ayetleridir ve Rabbinden sana indirilmiş olan bu ayetler, gerçek doğrulardır. Fakat insanların çoğu bu ayetlere inanmıyor.
2. Allah gökleri, görebileceğiniz direkler olmadan yükseltmiş olandır. Sonra arşa[*] / yönetimin başına geçmiş, Güneş’i ve Ay’ı hizmete koymuştur. Her biri, (yörüngesinde) belli bir süre için akar gider. O, bütün işleri çekip çevirir. Rabbinizin / Sahibinizin huzuruna varacağınızı kesin olarak anlayasınız diye ayetleri ayrıntılı olarak açıklar.

Kur’an, halkın diliyle inmiştir (İbrahim 14/4). Halk dilinde arş, “saltanat koltuğu”dur (Yusuf 12/100, Neml 27/23). Arşa istiva ise “yönetimin başına geçme” anlamındadır. Türkçede de bu anlamda, “padişah tahta oturdu”, “falan kişi cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu” gibi ifadeler kullanılır. “Allah arşa istiva etti.” sözü de aynıdır. Kâinatın yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu ifade eder.(Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

3. Yeryüzünü yayıp döşeyen, orada sabit dağlar, nehirler var eden, her türlü ürünü ikişer çift kılan, gündüzü geceyle bürüyen de O'dur. Şüphesiz bunlarda, düşünen toplum için deliller vardır.[*]

Yer tablosundaki geniş çizgiler yeryüzünün gözler önündeki yayılmışlığı, uzayıp giden enginliğidir. Bir bütün olarak yerin şekli gerçekte o kadar önemli değildir. Çünkü yeryüzü tüm şekil farklılıklarına rağmen yine de uzatılmış, yaydırılmış ve geniş kılınmıştır. Perdede beliren ilk manzara budur işte...

Sonra sağlam ve köklü dağların ardından yeryüzünde akan nehirlerin manzarası çiziliyor. Böylece yer sahnesindeki temel ve geniş çizgiler, güzel bir ahenk oluşturarak karşılıklı olarak çiziliyor.

Tablodaki bu temel ve genel çizgilerin karşılığı yeryüzünün içerdiği genel manzaralar ve bir de yeryüzündeki hayatın gerektirdiği temel koşullardır. Birincisi, yeryüzünde yetişen bitkilerin varlığında somutlaşmaktadır. "Bütün ürünleri, bütün bitkileri çift olarak yarattı." İkincisi de gece ve gün düz fenomenleri ile temsil edilmektedir.

İlk sahne insanların kendi bilgileri ve araştırmaları aracılığı ile ancak yakın çağlarda öğrenebildikleri bir gerçeği kapsamaktadır. Buna göre bütün canlılar, en başta da bitkiler erkek ve dişi türlerden oluşurlar. Hatta erkek türü bulunmadığı sanılan bitkilerin bile kendi yapılarında eşlerini barındırdıkları ortaya çıkmıştır. Bir çiçekte hem erkeklik hem de dişilik organının birlikte bulunduğu ya da bu organların ayrı ayrı dallarda yer aldığı belirlenmiştir. Sahneyle birlikte bu gerçek dış görünüşünü algıladıktan sonra insan aklını yaratılışın sırlarını etraflıca düşünmeye zorlamaktadır.

İkinci sahne birbirini izleyen ve olağanüstü bir düzen içinde biri diğerini bürüyen gece ve gündüz sahnesidir. Bu da insanı tabiat sahnelerini etraflıca düşünmeye; sırlarını çözmeye zorlayan bir etkendir. Çünkü gecenin yaklaşıp gündüzün uzaklaşması ya da tan yerinin ağarıp, gecenin dağılması olayının meydana gelişine alışılmış olmasından dolayı basit bir olay gibi algılanmaktadır. Oysa alışkanlığın yol açtığı hissizliği ve uyuşukluğu bir kenara atıp bu olguyu tekrarın donuklaştırmadığı taze bir bilinçle algılayan bir kimse olağanüstü olaylardan biri olduğunu anlar. Gece ve gündüzün meydana gelişini sağlayan bu şaşmaz dolaşım sistemi de evrenin uyduğu yasayı kavramaya, bu evreni yoktan var eden, onu yönlendirip gözeten gücü düşünmeye zorlayıcı bir etkendir.

"Hiç kuşkusuz bunlarda düşünen kimseler için ibret dersleri vardır." (Seyyid Kutub Tefsiri)

4. Yeryüzünde biribirine bitişik, farklı yapıda toprak parçaları; üzüm bağları, ekinler ve çatallı çatalsız hurma ağaçları vardır; hepsi aynı su ile sulanır, fakat ürünleri arasında fark gözetiriz. Hiç kuşkusuz bunlarda aklı erenler için birçok ibret dersleri vardır.[*]

Ruhun yaratılıştaki canlılığına dönmesi, bir parçası olup da kendisini algılamak ve içinde yoğrulmak üzere kopup geldiği evrenle ilgi kurması dışında, çoğumuz şu yeryüzü sahnelerini içimizde durup düşünme duygusu bile uyanmadan görür geçeriz.

"Yeryüzünde biribirine bitişik, farklı yapıda toprak parçaları."

Bunların özellikleri farklıdır. Yoksa parça parça oldukları anlaşılmayacaktı. Birbirlerine benzer olsalar da tek bir parça olacaklardı. Kimisi güzel ve verimlidir. Kimisi çorak ve verimsizdir. Kimisi susuz ve kuraktır. Kimisi kayalık ve serttir. Her birinin de farklı türleri, renkleri ve dereceleri vardır. Kimisi bayındır kimisi de ekime elverişsizdir. Kimisi ekili ve canlıdır, kimisi de terkedilmiş ve ölüdür. Kimisi kuru, kimisi yaştır .. Bütün bunlar yeryüzünde birbirlerine komşu toprak parçalarıdır-...

Ayrıntılı çizimin ilk ve temel dokunuşlarıdır bunlar. Sonra ayrıntıya geçiliyor: "Üzüm bağları." ... "Ekinler" ve "çatallı- çatalsız hurma ağaçları"... Burada üç bitki türü temsil ediliyor. Üzüm, asma türünü; hurma, ağaç türünü; ekin de baklagiller, çiçek ve benzeri şeyleri temsil ediyor. Bütün bunlar tabloyu renklendirmek, doğal sahnedeki boşlukları doldurmak ve değişik bitki türlerini temsil etmek için yer alıyorlar.

İşte şu hurma ağaçları... Kimisi tek, kimisi çift köklüdür... Bazısı tek gövdeli bazısı aynı köke bağlı iki veya daha fazla gövdelidir. Hepsi "aynı su ile sulanır."

Toprakları birdir. Ama ürünlerinin lezzetleri farklıdır.

"Fakat ürünleri arasında fark gözetiriz."

Yaratan, yarattığını yönlendiren ve özgün iradeye sahip yüce Allah'dan başkası mıdır bunları yapan? Hangimiz aynı toprak parçasında yetişen farklı bitkilerin, değişik meyvelerinden tatmamışızdır. Ve hangi birimiz Kur'an'ın akılları ve kalpleri yönelttiği bu gerçeklere bu şekilde dikkat etmişiz? İşte bunun için Kur'an hep yeni ve ebedi kalıyor. Çünkü Kur'an insanın içinde ve evrende yer alan sahnelerle, tablolarla insanın duygularını yeniliyor. Bunlar bitmez tükenmez gerçeklerdir. Hiçbir insan sınırlı ömründe bunları bir bir ele alıp araştıramaz. Aynı şekilde insanlık süreci belirlenmiş hayatında bunları tümüyle algılayamaz.

"Hiç kuşkusuz bunlarda aklı erenler için birçok ibret dersleri vardır."

Üçüncü defa sahnede yer alan birbirine komşu, ama birbirinden farklı toprak parçalarının karşılıklılığı önünde buluyoruz kendimizi. Örneğin tek ve çift köklü hurma ağaçları, değişik tatlar, ekinler, hurmalıklar ve üzüm bağları...

Uçsuz bucaksız evrenin ufuklarında süren bu dehşet verici gezintiden sonra surenin akışı, ufuklarda yer alan bunca kanıtın kalplerini uyaramadığı, akıllarını başlarına getiremediği, bunların ötesindeki yüce Allah'ın planını ve gücünü görmelerini sağlayamadığı kimselerin sergiledikleri şaşırtıcı tutumlarını gözler önüne seriyor. Sanki bunların akılları kilitlidir, kalpleri bağlanmıştır. Bu kanıtları düşünecek, algılayacak durumda değildirler. (Seyyid Kutub Tefsiri)

5. Bir şeye şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların şu sözleridir: “Toprak olduğumuzda mı, gerçekten yeniden mi yaratılacağız?” İşte onlar, Rablerini / Sahiplerini görmezlikte direnenlerdir. Onlar, boyunlarına halka takılacak olanlardır. Ve yine onlar cehennem ahalisidir. Orada ölümsüz olacaklardır.[*]

Doğrusu bu dehşet verici sunuştan sonra bazı kimselerin "Biz ölüp toprak olunca mı yeniden diriltileceğiz?" şeklinde soru sormaları son derece tuhaf ve şaşırtıcı bir şeydir.

Bu görkemli evreni yaratan, onu bu şekilde yönlendiren yüce Allah, kuşkusuz insanları yeniden diriltme gücüne sahiptir. Bu soruyu sormalarının sebebi kendilerini yaratan ve işlerini düzenleyen Rabblerini inkâr etmeleri, kalplerinin ve akıllarının kilitlenmiş olmasıdır. Buna verilecek ceza da boyunlarına zincir vurulmasıdır. Böylece akla vurulan zincir ile boyuna vurulan zincir arasında bir uyum oluşur. Onlara verilecek ceza ateşe atılmadır. Orada sonsuza kadar yanmadır. Yüce Allah'ın insanı onurlandırdığı değerleri işlevsiz hale getirmişlerdi. Çünkü dünyada görevlerini yerine getirmedikleri için, ahirette dünyadaki hayatlarından daha bayağı bir hayata yuvarlanmayı ha kediyorlar. Onlar dünyadayken düşünme, algılama ve duyma yeteneklerini köreltmişlerdi.

Yüce Allah'ın kendilerini yeniden dirilteceğini şaşkınlıkla karşılayanlar (aslında onların bu tutumuna şaşmak gerekir) Allah'ın hidayetini isteyeceklerine, onun rahmetini dileyeceklerine Allah'ın azabını çabucak kendilerine ulaştırmanı istiyorlar. (Seyyid Kutub Tefsiri)

6. Ve iyiliği bırakmışlar, (tehdit edildikleri) kötü akıbetin bir an evvel gelip çatması için seni zorluyorlar. Oysa kendilerinden önce bir dolu ibretlik hadise yaşanmıştı.[*] Neyse ki senin Rabbin kendilerine kötülük eden insanlar için dahi bağışlayıcıdır; ama unutma ki, senin Rabbinin cezası da pek şiddetlidir!

Onlar evrenin ufuklarına, göklere ve yere serpiştirilmiş Allah'ın ayetlerine bakmadıkları gibi, geçmiş milletlerin yaşadıkları felâketlere de bakmıyorlar. Onlar da Allah'ın azabının çabucak gelmesini istemiş, sonuçta azaba çarptırılmışlardı. Kendilerinden sonra gelecek nesillere ibret alınacak bir örnek olarak bırakılmışlardı. (Seyyid Kutub Tefsiri)

7. İnkâr edenler: "Ona bir mucize indirilmeli değil miydi?" diyorlar. Sen sadece bir uyarıcısın. Her topluluğun bir yol göstericisi vardır.
BÖLÜM 2
8. Allah, her dişinin karnında ne taşıdığını, rahimlerin neyi ne kadar eksiltip[1*] neyi ne kadar artıracağını da bilir: Zira her şey, O’nun katında bir ölçü ve gayeye bağlanmıştır.[2*]

[1*] el-Ğayd: Su için “İçine almak, içine çekip tüketmek”. Tufan hikâye edilirken ve ğîda’l-mâ’ ibaresiyle suların çekildiği ifade edilir. Ancak insan için kullanıldığında vaktinden önce doğuma delâlet eder (Lisân)

[2*] Âhireti inkârın en temelinde varlığın anlam ve amaçlılığını inkâr demeye gelen Nihilizm’in yattığının ifadesi. Âyetteki mikdâr, Allah’ın hayat için koyduğu tüm kural ve ölçüleri kapsar. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

9. Gaybı da görünen âlemi de bilendir / Alîm'dir O... Kebîr, sınırsızca büyük O'dur; Müteâl, sonsuzca yüce O'dur.
10. Sizden birinin sözlerini gizlemesiyle onu açığa vurması, geceleyin saklanmasıyla gündüzün dolaşması (bilinmesi bakımından O'nun için) aynıdır.
11. Kişiyi önünden ve arkasından takip eden (melekler) vardır, Allah’ın emriyle onu korurlar. Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah da onu değiştirmez. Allah bir toplumun başına bir kötülük getirmek isterse[*], ona engel olacak kimse yoktur. Onların Allah ile aralarına girecek bir dostları da yoktur.

Allah’ın bir topluma sıkıntı vermesi, ancak o toplumun onu hak etmesinin sonucunda olur (Nisa 4/79, En’am 6/147, Enfal 8/53, Şûra 42/30). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

12. Size korku ve ümit olarak[*] şimşeği gösteren ve ağır bulutları meydana getirip (sevk eden) de O’dur.

Şimşek bir taraftan “büyük bir fırtınanın gelme­si”nin ve 13. ayette de dile getirildiği üzere “yıldırımların gönderilmesi”nin habercisi olabileceği için insanlara “korku” verir; diğer taraftan da yağmur bekleyen insanlar için de “ümit” vesilesidir. Şimşek hem sebep olacağı tahribatın korkusunu içerir; hem de yağmurun habercisi olduğu için insanların ona karşı ümit beslemelerini beraberinde bulundurur. (Mehmet Okuyan Tefsiri)

13. Gök gürültüsü, her şeyi mükemmel yapmasından; melekler de korkudan ona boyun eğerler. Yıldırımları o gönderir ve onlarla tercih ettiğine[*] çarpar. O insanlar, Allah konusunda tartışıp duruyorlar. Halbuki Allah’ın vereceği sıkıntı çetin olur.

Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/7-10). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

14. Gerçek dua yalnız O'nadır. (Müşriklerin) Allah'ın dışında yalvarıp durdukları putlar onların hiçbir dileklerine cevap veremezler. (Onların durumu) tıpkı ellerini suya doğru açıp da ağzına suyun ulaşmasını bekleyen kimse (gibidir). Hâlbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. İşte ayetleri görmezlikten gelenlerin duası / duruşu sapıklık içinde olmaktan başka bir şey değildir.[*]

Eğer dua-duruş Allah’a değil de O’nun dışındaki varlıklara yapılırsa ki bunlar peygamberler de olsa hedef şaşırmış demektir. Zira peygamberlerin geliş amacı da kulluğun sadece Allah’a has olduğunu ve bu istikamette hayatın tanzim edilmesi gerektiğini anlatmak ve bu gayeye hizmet etmektir. Yanlış hedefe gönderilen yakarmaların insana bir yararı olmayacağı gibi şirke bulaşmak bakımından dönüşü olmayan çok büyük zararları olacaktır. “Ayetleri görmezlikten gelenler” ifadesi sadece müşrikleri kapsamıyor, aynı zamanda mesaja inandığı halde şirkle ilgili onlarca ayet bulunmasına rağmen Allah’la arasına vasıta koyan, yakarışına başkalarını ortak eden ya da serveti, makamı, gücü, otoriteyi tanrılaştıran bütün kişileri ihtiva etmektedir. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

15. Göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez Allah'a secde ederler.[1*] Gölgeleri de sabah akşam (uzanıp kısalarak O'na secde etmektedirler).[2*]

[1*] Yescud (“yere kapanır” yahut “yere kapanırlar”) ifadesi, Zemahşerî’ye göre, yaratıkların Allah’ın iradesine, yani O’nun kendi bünyelerinde ve içinde yer aldıkları çevrede, âlemde geçerli kıldığı tabii ilke ve yasalara mutlak manada bağlı olduklarını dile getiren mecazî bir ifadedir. Müfessirlerin çoğuna göre, Allah’a gönüllü ve isteyerek (yani, bilinçli olarak) baş eğenler melekler ve müminlerdir; hakkı inkar edenlere gelince, bunlar O’na baş eğmeye “istekli” olmasalar da, bir yaratık olarak bağlı oldukları fiziksel ve toplumsal ilke ve yasalar bakımından, farkında olmadan Allah’ın iradesine boyun eğmek zorundadırlar. Öte yandan, ayetin devamındaki “gölgeler” atfı da gözönünde bulundurulacak olursa, ayette geçen men ilgi zamirinin bu anlam örgüsü içinde sadece akıl sahibi varlıklarla değil, fakat canlı cansız bütün öteki fiziksel varlıklarla da, yani “göklerde ve yerde var olan her şeyle ve herkesle” alakalı olduğu, ister istemez anlaşılacaktır. (Ayrıca bkz. 16:48-49 ve 22:18.)

[2*] Yani, herhangi bir fiziksel nesneden düşen gölgenin güneşin dünyaya göre aldığı duruma bağlı olarak değiştiği bilinmektedir; imdi, dünyanın güneş etrafında dönmesi, evrendeki diğer bütün olaylar gibi, sadece Allah’ın yaratıcı iradesinin bir sonucu olduğuna göre gölgelerin sabah ve akşam uzayıp öğlen vakti kısalması onların da Allah’a bağlı olduklarının görünür ifadesidir. (Muhammed Esed Tefsiri)

16. De ki: “Göklerin ve yerin Rabb'i kimdir?” De ki: “Allah'tır! O'nun yanı sıra, kendileri için yarar da zarar da sağlamaya güç yetiremeyenleri veliler mi edindiniz?” De ki: “Hiç gören ile kör bir olur mu? Ya da karanlıkla aydınlık bir midir?” Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratması olan ortaklar mı buldular da bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti. De ki: "Allah'tır her şeyi yaratan, O'dur Vâhid; eşsiz benzersiz bir tek ve Kahhâr; karşı konulmaz güce sahip olan."[*]

Onlara (bu arada göklerde ve yerde isteyerek-istemeyerek Allah'ın gücünün ve iradesinin kontrolünde olanlara) sor: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" Bu soru cevap vermeleri için sorulmuyor. Çünkü ayetlerin akışında bu soruya daha önce cevap verilmişti. Bu soru, gözleriyle gördükleri gerçeği sözlü olarak işitmeleri için yöneltiliyor. "De ki; Allah'tır."

Sonra yine sor; "O'nun dışında kendilerine bile ne fayda ve ne de zarar veremeyen birtakım ilahlar, koruyucular mı edindiniz?"

Bu soruyu kınamak için sor. Çünkü zaten fiilen Allah'dan başka dostlar edinmiş durumdadırlar. Sorun gayet açık olduğu halde, hak ile batıl arasındaki fark, kör ile gören, karanlık ile aydınlık arasındaki fark gibi ortada olduğu halde yine de sor... Burada kör ile görenin söz konusu edilmesi onlara ve mü'minlere işarettir. Çünkü onları göklerde ve yerde bulunan herkesin belirtileri aracılığı ile algıladığı kesin ve çıplak gerçeği görmekten alıkoyan sadece kör oluşlarıdır. Karanlık ve aydınlığın söz konusu edilmesi ile de onların ve mü'minlerin durumuna işaret edilmiştir. Çünkü görmelerine engel olan karanlık onları apaçık gerçeği kavramaktan alıkoymakta, engel olmaktadır.

Allah'tan başka dost edindikleri bu sahte tanrıların Allah'ın yarattıkları gibi bir şeyler yarattıklarını hiç gördün mü? Böylece bu adamlar Allah'ın yarattıkları ile bu sahte tanrıların yarattıklarını karıştırıp birbirine mi benzettiler? Dolayısıyla hangisi Allah'ın yarattığı hangisinin de bu tanrıların yarattığı olduğunu anlayamadılar mı? Durum böyle ise, onlar Allah'a ortak koşmakta mazur sayılırlar. Buna göre ortak koştukları tanrıların da yaratıklar üzerinde egemenlik gücüne sahip olmak gibi yüce Allah'a ait sıfatları olur. Bununla da kulların ibadetle kendilerine yönelmelerini hak ederler. Başka türlü bu kulluğu hak etmediklerinden kuşku duyulmaz çünkü.

Aslında bu, her şeyin yüce Allah tarafından yaratıldığını, sahte tanrıların hiçbir şey yaratmadıklarını, hiçbir zaman herhangi bir şey yaratamayacaklarını, üstelik kendilerinin yaratılmış olduklarını gören, buna rağmen onlara ibadet eden, tereddütsüz buyruklarına boyun eğen kimselere yönelik acı bir alayın ifadesidir. Bu nokta akılların düşünce açısından yuvarlandıkları en tutarsız, en aşağılık bir noktasıdır...

Bu sorudan sonra, itiraz ve tartışma konusu yapılamayacak olan bu acıklı alay üzerine yapılan değerlendirme ise şudur:

"De ki; "Her şeyin yaratıcısı Allah'dır; O tektir ve iradesi önünde her şeye boyun eğdirendir."

Bu, yüce Allah'ın yaratma eylemi bakımından tek ve ortaksız olduğunun ifadesidir. Bu ayet karşı konulmaz güce - egemenliğin doruk noktası- sahip olmada tekliğini dile getirmektedir. En başta göklerde ve yerde bulunanların gölgeleri ile birlikte yüce Allah'a secde etmeleri, sonunda da yerde ve gökte bulunan her şeyin boyun eğdiği karşı konulmaz gücün ifade edilmesi ile birlikte Allah'a koşulan ortaklar sorunu kuşatılmış oluyor. Bundan önce de şimşekler, gök gürlemeleri, yıldırımlar, korku ya da ümitten dolayı yükselen tesbih ve hamd sesleri dile getirilmişti. Gözü bağlı kör olarak karanlıklarda yaşayan, böylece de helak olup gidecek olandan başka hangi kalp bu dehşete dayanabilir.

Bu vadiyi geçmeden önce ayetin ifade tarzında göz önünde bulundurulan karşılıklı olgulara işaret edelim: Bu durum "korku ve ümit", ansızın çakıp sönen şimşek ve yüklü bulutlar (Buradaki yüklü kelimesi suya işaret ettiği gibi, karşılıklı olma bakımından hafif ve çakıp sönen şimşeğe de karşılıktır) hamdederek tesbih eden gök gürlemesi ve korkarak tesbih eden melekler, gerçek dua ve kaybolup giden boş dua, gökler ve yer, her ikisinde bulunan şeylerin isteyerek ve istemeyerek secde etmeleri, şahıslar ve gölgeler, gün ışıması ve gün batımı, kör ve gören, karanlıklar ve aydınlık, karşı konulmaz güce sahip yaratıcı ve hiçbir şey yaratamayan, kendilerine bir yarar veya zarar dokunduramayan sahte tanrılar arasında göze çarpmaktadır. Surenin akışı böylesine özenilmiş bir dikkate, göz alıcı bir parlaklığa ve şaşırtıcı bir uyuma sahip yöntemi uyarınca yoluna devam ediyor... (Seyyid Kutub Tefsiri)

17. O gökten yağmur indirir de vâdiler, dereler kendi ölçülerince dolup sel olur akar. Sel, suların üstünde kabaran köpüğü alıp götürür. İnsanların zinet veya bazı eşyalar yapmak için ateşte erittikleri madenlerin de buna benzer köpüğü olur. İşte Allah hak ile batılı Doğru ve haklı olmayan. Çürük, temelsiz, asılsız. , böyle bir temsil ile anlatır: Köpük yok olup gider, insanlara faydası olan cevher kısmı ise dipte kalır. Allah işte böylece misaller verir.[*]

Gökten vadilere kadar dolup taşacak suyun indirilmesi, geçen sahneye egemen olan şimşekli, gök gürlemeli ve bulutlu havayla uyum oluşturmaktadır. Bu aynı zamanda evrensel sahneyi de bütünlemektedir. Zaten surenin ele aldığı sorunlar, içerdiği konular bu evrensel atmosferde geçmektedir. Aynı şekilde bu da tek ve her zaman üstün gelen yüce Allah'ın gücüne tanıklık etmektedir. Derelerin bir ölçü içinde, hesaplı, programlı, kapasiteleri ve ihtiyaçları kadar su akıtmaları yüce yaratıcının her şeyi kapsayan planlamasını ve takdirini gözler önüne sermektedir. Bu da surenin ele aldığı sorunlardan biridir. Bu ve o, sadece yüce Allah'ın niteliğindedir. Bu örnek insanların her zaman için gördükleri ama dikkat etmeden geçip gittikleri bizzat kendi hayatlarından bir örnektir.

Su gökten iner ve derelerde akar. Yolunda birikmiş çerçöpleri önüne katıp götürür. Böylece suyun üzerinde bir köpük tabakası oluşur. Zaman zaman bu köpük suyun üzerini tamamen kapatır. Yumuşak, beyaz ve kabarık bir köpüktür bu. Ne var ki, aslında çerçöpten oluşmaktadır. Ama bu köpüğün altında su, sessiz sedasız akıp gitmektedir. Bu sudur, iyilik ve hayat kaynağı... Tıpkı süs eşyası ya da hayat için gerekli olan kap kacak ve araç gereç yapmak için eritilen altın, gümüş, demir ve kurşun madenleri gibidir. Bu madenler eritilirken, üzerlerinde bir tortu oluşur. Bu tortu asıl madeni tamamen örter. Ama tortudur bu, az sonra gidecek geride saf maden kalacaktır.

Hayat sahnesindeki hak ile batılın durumu da tıpkı bunun gibidir. Batıl her tarafı kaplar, üstün görünüp kabardıkça kabarabilir. Gelişip her tarafı sarabilir. Ama köpükten ya da tortudan başka bir şey değildir. Çok geçmeden bir gerçekliği olmadığı, kalıcı bir şey olmadığı ortaya çıkacaktır. Ama hak, hep sessiz ve sakindir. Hatta kimi zaman bazıları hakkın köşesine çekildiğini, bozulduğunu, kaybolduğunu, hatta ölüp gittiğini sanabilir. Fakat hak, hayat kaynağı olan su gibi, saf maden gibi yeryüzünde insanların yararı için hep varlığını sürdürecektir. "İşte Allah böylesine örnek verir." Davaların , düşüncelerin, söz ve davranışların mahiyetini doğuracağı sonuçları bu şekilde belirler. O bir ve her şeyden üstün olan, karşı konulmaz bir güce sahip yüce Allah'dır. O'dur evrenin ve hayatın gidişini planlayan; görüleni ve görülmeyeni, hak ve batılı, kalıcı olanı, geçici olanı bilendir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

18. Rablerinin çağrısına olumlu cevap verenler için güzellik vardır. O'na olumlu cevap vermeyenlere gelince, yeryüzündekilerin tamamı onların olsa, bir o kadar da ilave edilse, kurtulmak için bunların tümünü fidye verirlerdi. Böylelerinin hesabı kötü olacaktır; varacakları yer de cehennemdir. Ne kötü yataktır o!
BÖLÜM 3
19. Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilenle, sana indirileni görmezlikten gelerek kör gibi davrananlar bir olur mu? Bunları ancak akıl sahipleri düşünebilirler.
20. Bunlar, Allah’a karşı taahhütlerini yerine getiren ve verdikleri sözden[*] caymayan kimselerdir.

Her insan ergenlik çağına girerken Allah’ın kendisinin Rabbi olduğuna şahit olur ve Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceğine söz verir. (Araf 7/172) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

21. Bunlar; Allah’ın kurulmasını emrettiği bağı kuran[*], Rablerinden çekinen ve verecekleri hesabın kötü olmasından korkanlardır.

Bunlar Allah’ı, kendinin en yakını olarak bilen ve araya bir aracı koymayanlardır. Bir ayet şöyledir: “İnsanı biz yarattık, içinden neler geçtiğini biliriz. Biz ona sinir uçlarından da yakınız.” (Kaf 50/16) Allah ile arasına aracı koyanlar, bu bağı koparır ve müşrik olurlar. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

22. Yine bunlar; Rablerinin beğenisini kazanmak için sabreden / duruşunu bozmayan[*], namazı özenle ve sürekli kılan, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli-açık infak eden / hayra harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte onlar, dünya yurdunun güzel sonucunu elde edecek olanlardır.

Sabır, aklın ve dinin gerektirdiği şekilde kendine hakim olmaktır (Müfredat). Bu şekilde davranan kişi, önüne çıkan engelleri aşarak yoluna devam eder. Dilimizde bunu en iyi ifade eden söz ‘duruşunu bozmamak’tır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

23. Adn cennetlerini...[1*] Oraya hem onlar hem de atalarından, eşlerinden ve soylarından uygun durumda olanlar[2*] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girecek (ve şöyle diyeceklerdir):

[1*] Ahiretteki Cennet, “Adn cennetleri” olarak nitelenir (Meryem 19/60-63). Bir diğer niteleme biçimi de “Firdevs”tir (Kehf 18/107-108, Müminun 23/1-11). Bunlar, Cennet’in ortak özelliklerini ifade eden nitelemelerdir.

[2*] Bunlar, şirk günahından uzak kalmış olanlardır (Tûr 52/21). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

24. ”Sabırlı davranmanıza / duruşunuzu bozmamanıza karşılık, selam size! Dünya yurdunun sonucu ne güzel oldu!”
25. Allah’a verdikleri sözden sonra taahhütlerini bozanlar[1*], Allah’ın kurulmasını emrettiği bağı koparan[2*] ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar var ya; işte onların hak ettikleri lanetlenmedir / dışlanmadır. Kötü yurt onlarındır.

[1*] Her insan, Allah’ın varlığını, birliğini ve kendisinin Rabbi /Sahibi olduğunu, ömür boyu yaptığı gözlemlerle, tekrar tekrar kavrar (A’raf 7/172-173). Kendilerine kitap verilenlerden de o kitabın ayetlerini insanlara açıklayıp gizlememe sözü alınmıştır (Al-i İmran 3/187).

[2*] Bunlar fâsıklardır (Bakara 2/26-27), Fâsık, Allah’a içinden söz verdikten sonra onunla bağını koparıp yoldan çıkan kişidir. O, Allah’ın emirlerini anlar, uymaya karar verir, daha sonra vazgeçer (Al-i İmran 3/81-82, Maide 5/47, Nur 24/55) ve onları unutmuş gibi davranır (Tevbe 9/67, Haşr 59/19). İşte cezayı hak edenler onlardır (Ahkaf 46/35). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

26. Allah, tercih ettiği kişi[*] için rızkı genişletir de daraltır da. Onlar ise dünya hayatıyla mutlu olurlar. Oysa dünya hayatı ahirete göre geçici bir yararlanmadan başka bir şey değildir.

Şâe (شاء) ile ilgili detaylı bilgi için bkz Ra’d 13/13. ayetin dipnotu. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

BÖLÜM 4
27. Kâfirlik edenler / ayetleri görmezlikte direnenler, “Rabbinden (Sahibinden) ona bir mucize indirilseydi ya!” derler. De ki: “Allah, (sapıklığın) gereğini yapanı sapık sayar, kendisine yöneleni de yoluna kabul eder.”
28. Böyleleri, inanan ve gönülleri Allah'ın zikriyle / Kur'an'ıyla tatmin bulan kişilerdir. Gözünüzü açın! Gönüller yalnız Allah'ın zikriyle / Kur'an'la tatmin bulur.[*]

Burada Allah’ın zikrinden kastedilen “Kur’an” dır. Zira barışın ve huzurun kaynağı, paylaşmanın ve dayanışmanın membaı olan Kur’an insanlar için bir öğüttür. Öğüt Kur’an’da “zikr” veya “zikr” kökünden gelen “zikrâ” ve “tezkire” kelimeleriyle anlatılmıştır. “Muhakkak ki bu Kur'an senin ve halkın için bir öğüttür. Zamanı gelince hepiniz (ona karşı tutumunuzdan dolayı) hesaba çekileceksiniz.”(Zuhruf 43/44) “Muhakkak ki bu Kuran, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayan herkes için bir öğüttür.” (Hakka 69/48“Hayır, (düşündükleri gibi değil), Muhakkak ki Kur'an (Allah'tan) bir öğüttür.” (Müddessir 74/54) Görüldüğü gibi bu ayetlerde de Kur’an zikr kelimesiyle ifade edilmiştir. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

***

Allah'ı anmakla mü'min kalplerde gerçekleşen bu huzur, gerçek ve köklü bir duygudur. İmanın tadına varan ve Allah'a bağlanan gönüller bilir bu duyguyu. Bu duyguyu bilirler ama bunu, bu duygudan habersiz olanlara sözcükler aracılığıyla aktaramazlar. Çünkü bu duyguyu sözcüklerle ifade etmek mümkün değildir. Bu, kalbi bürüyen, onu dinlendiren, neşelendiren, yumuşatan, rahatlatan, kendini güvencede hissetmesini sağlayan ve esenlik bahşeden bir duygudur. Kalp, varlık aleminde tek başına, yapayalnız olmadığını anlar. Çünkü çevresindeki her şey himayesinde bulunduğu yüce Allah'ın eseridir...

Şu yeryüzünde, Allah'a yakınlıktan doğan huzurdan yoksun olandan daha bedbaht birisi olamaz. Çevresindeki evrenle ilgisini kesmiş olarak şu yeryüzünde dolaşan birinden daha mutsuz, dàha zavallı birisi olabilir mi? Çünkü o, şu evrenin yaratıcısı olan yüce Allah adına, kendisini çevresinde yer alan varlık alemine bağlayan sağlam kulptan kopmuştur. Şu yeryüzüne niçin geldiğini? Neden gideceğini? ve hayatta katlandığı şeylere neden katlandığını'. bilmeyen birisi kadar mutsuz, bedbaht kimse olamaz. Çevresinde yeralan her şeyden ürken, sürekli korkarak yeryüzünde dolaşan birisi, bedbahtlığın girdabında yüzmektedir. Çünkü kendisi ile diğer varlıkları birbirine bağlayan gizli bağdan habersizdir. Hayır, hayır, ıssız çöllerde, tek başına, yapayalnız kimsesiz olarak yol kateden birisinden daha mutsuz, daha bedbaht birisi olamaz. Arkadaşsız, kılavuzsuz, yardımcısız, tek başına mücadele etmek zorundadır.

Yüce Allah'a dayanılmadığı, O'nun himayesi ile güvencede olunmadığı sürece dayanılamayacak çok anlar yaşanır hayatta. Büyük bir güce, dayanıklılığa, salamlığa ve hazırlığa sahip olmak fayda etmez böyle durumlarda. Hayatta öyle anlar olur ki, tüm bunları silip süpürür. Ortalığı kasıp kavuran böylesi zorluklara Allah'a sığınmak suretiyle huzur bulan, kendini güvencede hisseden birinden başkası dayanamaz.

Şu Allah'a sığınanlar, O'nu anmakla huzura kavuşanlar... Yüce Allah onların katındaki yerlerini de güzelleştirmiştir. Çünkü onlar Allah'a sığınmakla güzel davranmışlar, dünya hayatında güzel işler yapmışlardır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

29. İman ettikten sonra güzel ve yararlı amellerde bulunanlara ne mutlu! Varacakları yer de ne güzeldir!
30. Böylece (ey Nebi), kendisinden önce nice (inkârcı) toplumların gelip geçtiği bir toplumun arasından elçi olarak seni seçtik ki, sana vahyettiklerimizi kendilerine ulaştırasın: zira onlar Rahman’ı inkâr ediyorlar. De ki: “O benim Rabbimdir; kendisinden başka ilâh olmayandır: yalnızca O’na güvendim, yüzümü O’na çevirdim.”
31. Bu Kur’an, kendisiyle dağlar yürütülen, yeryüzü parça parça edilen veya ölüler konuşturulan bir Kur’an olsaydı (yine de herkes inanmazdı). Hayır! Her iş Allah’ın elindedir. İnanıp güvenenler hâlâ (herkesin inanacağından) ümitlerini kesip anlamadılar mı ki tercihi Allah yapsaydı, elbette bütün insanları yola getirirdi. Ayetleri görmezlikte direnenlerin başlarına, yaptıkları şeyler sebebiyle felaket gelmeye devam eder veya felaket, yurtlarının yakınına kadar ulaşır. Sonunda Allah’ın vaadi gerçekleşir. Allah sözünden asla dönmez.
BÖLÜM 5
32. Senden önceki elçilerle de alay edildi. İnkarcılara fırsat verdim ve sonunda onları yakaladım. Sonuç nasıldı?
33. Her nefsin ne elde ettiğini takip eden Allah (görmezlikten gelinir mi!) Ama onlar Allah’a ortaklar koşarlar. De ki: “Söyleyin bakalım onların özelliklerini!” Allah’a, yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz yoksa (bunlar) içi boş sözler mi? Aslında Allah’ı görmezlikten gelenlerin oyunları kendilerine güzel görünür ve onun yolundan geri çevrilirler. Allah’ın sapık saydığını yola getirebilecek hiç kimse yoktur.
34. Böyleleri için dünya hayatında zaten bir azap vardır; ahiretteki azapsa daha da çetin olacak. Ve onlar Allah’a karşı kendilerini koruyacak kimse de bulamayacaklar.
35. Takva[*] sahiplerine söz verilen Cennet'in içinden ırmaklar akmaktadır, meyvesi ve gölgesi süreklidir. İşte bu takva sahiplerinin sonudur. Gerçeği yalanlayan nankörlerin sonu ise ateştir.

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)

36. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen Kur’an ile sevinirler. Fakat (senin aleyhinde olan) gruplardan onun bir kısmını inkâr edenler de vardır. De ki: “Ben ancak Allah’a kulluk etmek ve O’na ortak koşmamakla emrolundum. Ben yalnız O’na çağırıyorum ve dönüşüm de yalnız O'nadır.”
37. İşte biz o Kur'ân'ı Arapça bir hikmet kaynağı olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyarsan, Allah'tan sana ne bir dost nasip olur, ne de bir koruyucu.
BÖLÜM 6
38. Senden önce de elçiler gönderdik. Onlara eşler ve evlatlar verdik. Hiçbir elçi, Allah’ın izni olmadan bir ayet / bir mucize getiremez. Her bir dönem için bir Kitap[*] vardır.

Her nebiye bir kitap verilmiştir. Bu kitaplarda küçük değişiklikler olur. Ana kitap Allah’ın katındadır (Bkz: Bakara 2/136 ve Al-i İmran 3/84). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

39. Allah, koyduğu düzene göre dönemi kısaltır veya sabitler[*]. Ana Kitap O’nun yanındadır.

Bu Allah’ın kanunudur. Ölçüsünü kendisi koymuştur. Toplumlar açısından, Rad 13/11:Bir toplum kendinde olan bir şeyi bozmazsa onu Allah da bozmaz. Allah bir topluma sıkıntı vermek isterse kimse engel olamaz. Araf 7/34: Her toplumun bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar nede öne geçerler. Bireyler açısından, Fatır 35/11: “Yaşayanın yaşatılması ve ömrünün kısaltılması bir deftere kayıtlıdır. Bu Allah’a kolaydır. Ahkaf 46/3: Gökleri, yeri ve bu ikisinin arasında olanları başka değil; belli bir ömrü olan gerçek varlıklar olarak yarattık. Ayetleri görmezlikte gelenler, yapılan uyarılara kulak asmazlar. En’am 6/2: Sizi tînden yaratan O’dur. Sonra bir ecel belirlemiştir. O’nun katında bir de ecel-i müsemmâ vardır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

40. Onlara vaad ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek, yahut seni, onu görmeden vefat ettirsek, yine de sana düşen sadece tebliğ etmek, bize düşen de hesaba çekmektir.
41. Onlar görmüyorlar mı ki yurtlarına geliyor, onu parça parça ellerinden alıyoruz[*]. Hükmü Allah verir. Onun hükmünü bozacak yoktur. O, hesabı çabuk görendir.

Allah’ın gelmesi, Allah’ın dininin gelmesidir. Bu şekilde Müslümanların yaşadığı topraklar genişleyip, diğerlerinin toprakları daralmaktadır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

42. Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Tüm tuzakların gerçekleşmesi Allah’ın iznine bağlıdır. O, her nefsin kazandığını bilir. Dünya yurdunun sonunun kime ait olduğunu, bir gün gelecek kâfirler de bileceklerdir.
43. Kâfirler / ayetleri görmezlikte direnenler: “Sen (Allah tarafından) gönderilmiş bir elçi değilsin!” derler. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah da yeter, Allah’ın kitabından bilgisi olanlar da[*].”

Kur’an’ın veya daha önce indirilmiş kitapların içeriğini bilenler, Muhammed aleyhisselamın, Allah’ın elçisi olduğuna şahit olurlar. Yaygın kanaate göre Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olması, onu güvenilir bir elçi olan Muhammed aleyhisselamın getirmesine dayandırılır. Oysa çağdaşlarından bile Muhammed aleyhisselamı görüp onun güvenilirliğine şahit olacak kadar birlikte vakit geçirenlerin sayısı çok azdır. Ayrıca, onun güvenilirliğinden hiç şüphesi olmayan Mekkelilerin çoğu onu yalanlamıştır. Ayete göre ise Muhammed Aleyhisselamın elçiliğinin delili Allah’ın Kitabıdır. Yani böyle bir şahitlik, ancak Allah’ın sözüne bakılarak yapılabilir. O halde doğru olan, Muhammed Aleyhisselamın elçiliğinin, Kitaba dayandırılmasıdır. Bu durum başka ayetlerden de görülebilir. Mesela nebinin kendi sözünü değil, ona indirileni dinleyen kişiler şahitler arasına yazılmayı talep etmekte (Maide 5/83), yine kendilerine açık belgeler gelen kişiler elçinin hak olduğuna şahitlik etmektedirler (Al-i İmrân 3/86). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)