NAZİAT / ŞİDDETLE ÇEKİP ALANLAR SURESİ

İniş Sırası: 81 • Mushaf Sırası: 79 • Mekki Sure • 46 Ayettir

Sizi yaratmak mı daha güçtür yoksa göğü mü? Onu (Allah) bina etti. Onu (içinde gök cisimleri) yüzecek şekilde yükseltti ve dengeli bir iç düzene kavuşturdu; Gecesini alâmetsiz kıldı ve (gündüzünün) duhâsını çıkardı. Bundan sonra da yeryüzünü yayıp döşedi; Ondan suyunu ve otlağını çıkardı, Dağları oturttu, Bütün bunları sizin ve hayvanlarınızın yararı için yaptı. (Naziat 27-33)

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. (İnkârcıların ruhlarını) şiddetle çekip alanlara,
2. (İnananların ruhlarını) kolaylıkla alanlara,
3. (Yörüngelerinde) yüzüp giden (gezegen)lere,
4. (Hizmet için) öncü olarak yarışıp geçenlere,
5. Ve işleri düzene koyanlara (yemin olsun ki kıyamet kopacak ve siz hesaba çekileceksiniz).
6. O gün, şiddetle sarsan güç her şeyi sarsacak;[*]

Râcife-râdifenin muhtemel vurguları arasında şunlar sayılabilir: sûra ilk üfürülüş-kıyametin kopması, yeryüzü-dağlar, gökyüzü-yıldızlar, yerkürenin hareketi, bunun ikinci safhası, yani kıyametle birlikte yeryüzünün yok olması… (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

7. Onun peşinden daha büyük sarsıntılar gelecek;[*]

Ayet-i kerimede geçen racife kavramının dünya olduğu belirtilmiştir. Çünkü başka bir surede geçen bir ayette şöyle denilmektedir: "Yer ve dağlar sarsıldığı gün." (Müzzemmil 14) Radife ise göktür, denilmiştir. Çünkü gök evrendeki alt üst sırasında yeri izler ve onun peşinden gelir, yarılır, yıldızları dağılıp saçılır.

"Racife"nin yeri, dağları ve tüm canlıları sarsan, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ın diledikleri dışında herkesi bayıltıp öldüren birinci çığlık olduğu, "Radife"nin ise insanları tekrar dirilten ve bir araya toplayan ikinci çığlık olduğu da söylenmiştir. (Nitekim Zümer suresinin 68. ayeti bu konuda delil olmaktadır). ister bu ister diğeri olsun, artık insanın kalbi sarsılmayı, titremeyi, korku ve çalkantıyı hissetmiş durumdadır. Korku, ürperti ve irkilme ile sarsılmıştır. Sükunet ve rahattan tamamen uzak o günkü korkunun, kalblerüzerinde ne kadar etkili olduğunu anlamaya hazır duruma gelmiştir. "O gün kalpler titrer. Gözler korkudan aşağı kayar." sözünün gerçekliğini kavramış ve hissetmiştir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

8. O gün birtakım kalpler (tedirginlik içinde) şiddetle çarpacak.[*]

Bu kalbler büyük sıkıntı içindedir. Apaçık bir şaşkınlık içindedir. Korku ürperti, irkiliş ve burukluk her yanlarını bütünü ile kaplamıştır. İşte sarsacak olanın sarstığı ve peşinden diğerinin geldiği o günde meydana gelecek olan budur. İşte "Andolsun söküp çıkaranlara. Hemen çekip alanlara. Yüzüp gidenlere. Yarışıp geçenlere. Derken işi düzenleyenlere!" ifadelerindeki yeminin asıl amacı da bu gerçeği ortaya koymaktır. Bu sahnenin bıraktığı etki girişin içeriği ile bütünlük sağlamaktadır. Surenin bundan sonraki akışı, onların kabirlerden kalktıkları zamanki şaşkınlıklarından ve Hayretlerinden söz etmektedir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

9. Gözler yere eğilecek
10. O inkârcılar derler ki: “Öldükten ve kabre konulduktan sonra tekrar ilk durumumuza mı döndürüleceğiz?
11. Un-ufak kemikler haline geldikten sonra, öyle mi!
12. Öyleyse bu zararlı bir dönüş olur.”
13. (Bakın!) O iş, bir tek sese[*] bakar.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sura üflenince bunlar; derhal kabirlerinden kalkar ve hızla Rablerine (hesap verecekleri yere) doğru akın ederler. ‘Eyvah! Yatağımızdan bizi kim kaldırdı?’ derler. Onlara şöyle denir: “İşte bu, Rahman’ın tehdit ettiği şeydir. Demek ki elçiler doğru söylemişler.” (Yasin 36/51-52) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

14. Hepsi birden yeryüzüne çıkar.
15. Musa'nın haberi sana geldi mi?[*]

Bu kalpleri ve algıları uyanık tutarak hikayeyi dinlemeye hazırlamak için sorulmuş bir sorudur. (Seyyid Kutub Tefsiri)

16. Kutsal vâdi Tuvâ'da Rabbi ona şöyle seslenmişti:[*]

Seslenme anı gerçekten dehşet verici, yüce bir andır. Ayrıca insanı Hayretler içinde bırakmaktadır. Yüce Allah'ın bizzat kendisinin kullarından birine seslenmesi gerçekten dehşet vericidir. insanların kullandıkları sözcüklerle anlatılamaz. Bu yüce ilahlığın sırlarından olduğu gibi Allah'ın bu insana yerleştirdiği oluşumun sırlarından biridir de. İnsan bu sır ile o yüce çağrıyı algılayabilmektedir. Bu konuda söyleyebileceğimiz en son söz budur. İnsanın kavrayış ve akli donanımı bu konuda kendi başına bilgi elde etmek imkanına sahip değildir. Belirlenen çizgide durmalıdır. Allah bunu açıklayana kadar... İnsan Allah'ın bildirmesi ile bu sırlardan zevk alacaktır.

Başka yerlerde kıssanın bu bölümünde Hz. Musa ile Rabbi arasında geçen bu diyalog hayli geniş anlatılmıştır. Buradâ ise olaylara kısaca değinilmekte ve hızlı dokunuşlara yer verilmektedir. Bu nedenle kutsal bir vadi olan Tuva'da seslenme sözkonusu edildikten hemen sonra yüce Allah'ın Hz. Musa'ya yönelik ilahi teklifine geçilmektedir: (Seyyid Kutub Tefsiri)

17. "Firavun'a git! Çünkü o çok azdı.
18. De ki ona: Arınıp temizlenmeye ne dersin?
19. Rabbine doğru sana rehberlik edeyim de gönülden ürperesin.”
20. Ve ona en büyük mucizeyi gösterdi.[*]

Hz. Musa iletmekle yükümlü olduğu mesajı Rabbinin kendisine telkin edip öğrettiği üslupla tebliğ etti. Fakat bu güzel, sevimli üslup dahi Rabbinin bilgisinden, marifetinden tamamen uzaklaşmış azgının kalbini yumuşatamadı. Bunun üzerine Hz. Musa ona büyük mucizeyi gösterdi. Kur'an'ın başka yerlerinde geçtiği gibi ona yılana dönüşen asa ve bembeyaz el mucizelerini gösterdi: "Fakat o yalanladı ve karşı geldi." Böylece yalanlama ve karşı gelme eylemi ile görüşme ve mesajı iletme sahnesi kısa ve özlü bir şekilde sona erdi. (Seyyid Kutub Tefsiri)

21. Ama [Firavun] o’nu yalanladı ve [hidayeti] şiddetle reddetti,
22. Sonra sırtını dönüp Mûsâ'ya karşı bir çalışma içine girdi.
23. Adamlarını toplayarak seslendi:
24. "Ben sizin en yüce Rabbinizim!"[*] dedi.

Bu azgın iktidar sahibi, halkının cahilliğinden, kendisine boyun eğişinden ve bağlanışından destek olarak bu sözü söyleyebilmiştir. Zalim iktidar sahiplerini, kitlelerin cahilliği, zilleti, itaati ve bağlılığı kadar hiçbir şey aldatamaz. Aslında bunlar bir kişiden başka birşey değildir. Gerçekte ne bir güçleri, ne de bir otoriteleri vardır. Ancak cahil ve itaatkâr kitleler eğilirse onlar da sırtlarına binerler. Onlar boyunlarını uzatır zalimler de onların yularından tutarlar. Kitleler başlarını eğer, tağutlar da onların üzerilerine çıkarlar. izzet ve onura ilişkin haklarından vazgeçerler. Sonuçta bu azınlığı azdırırlar.

Kitleler bunu bir taraftan aldandıkları için bir taraftan da korktukları için böyle yaparlar. Bu korku ise kuruntudan başka kaynağı olmayan bir korkudur. Sadece bir tek şahıstan ibaret olan zalim iktidar sahibinin binlerce, milyonlarca insandan daha güçlü olması mümkün değildir. Yeter ki bu binler ve milyonlar, insanlıklarının, onurlarının, şereflerinin ve özgürlüklerinin bilincinde olsunlar. Aslında bu binlerin içindeki tek bir fert, kuvvet açısından azgın iktidar sahibine denktir. Fakat zalim iktidar sahibi onu aldatır. Kendisine sahip olduğu imajını verir. Onurlu bir toplulukta herhangi bir ferdin azgınlaşması mümkün değildir. Rabbini tanıyan, O'na iman eden, bilinçli, iyi bir topluluğun içinde bir ferdin zorbalık yapması asla mümkün değildir. Ayrıca kendilerine zarar verme ve yol gösterme imkanına sahip olmayan, Allah'ın yarattıklarından birine kulluk yapmayı reddeden bir topluluk içinde bir kişinin azgınlaşması mümkün değildir.

Firavun, toplumunun cahilliğinden, zilletinden, kalplerinin imandan uzaklaşmasından cesaret alarak bu çirkinliğin ve kafirliğin sembolü olan sözü söyleme cesaretini bulmuştur. "Ben sizin en yüce Rabbinizim." O, hiçbir şeye gücü yetmeyen zayıf bir yaratık olduğunu bilen, küçücük bir sineğin aldığına bile engel olamayacağını gören, inanmış, bilinçli ve onurlu bir toplum karşısında olsaydı asla böyle diyemezdi. (Seyyid Kutub Tefsiri)

25. Bunun üzerine Allah, onu sonraya ve önceye ibret olmak üzere bir ceza ile çarptı.
26. Bu da Rabbini sayacak kimselere bir ibret oldu.
BÖLÜM 2
27. Sizi yaratmak mı daha güçtür yoksa göğü mü?[*] Onu (Allah) bina etti.

Bu bölüm, tartışma götürmeyecek biçimde tek cevabı bulunan bir soru ile başlıyor. "Ey inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı?" Göğü! Bir şey söylemeye ve tartışmaya gerek yok! Öyleyse gök sizden daha büyük bir yapıya sahip olduğu ve onu yaratan da ondan daha çok güçlü olduğuna göre sizi kendi gücünüze güvenmeye iten sebep nedir? İşte sorunun mesajlarından biri budur. Bir yönü daha var. Bu da şudur: Dirilişinizi zor görmenize yol açan nedir? Halbuki O göğü yaratmıştır. Gök ise, sizden daha zor bir şeydir. Dirilişiniz sizin tekrar yaratılmanızdır. Sizden daha önemli ve daha zor olan göğü yaratan, sizi haydi haydi yaratabilir. Çünkü bu diğerine göre daha kolaydır.

Bu göğü yaratmak hiç şüphesiz daha zordur. "Allah onu kurmuştur." Yaratma, kuvveti ve durdurmayı bütünleştirmeyi ifade eder. Gök de aynen bunun gibi. bütünleşmiş durumdadır. Yıldızların ve hareket sistemlerinden dışarı çıkmamakta, dökülüp yıkılmamaktadır. Öyle ise o sağlam, köklü ve parçaları birbirine kenetlenmiş bir yapıdır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

28. Onu (içinde gök cisimleri) yüzecek şekilde yükseltti ve dengeli bir iç düzene kavuşturdu;[*]

Ayet-i kerimede geçen "semk" kavramı herşeyin boyu ve yüksekliği anlamına gelir. Gök, bir uyum içinde kenetlenmiş haliyle yükseltilmiştir. İşte düzenlemede budur: "Ona şekil verdi:' Basiretini ve düşünme yeteneğini kaybetmemiş bir insan bu sınırsız ahenge rahatlıkla tanıklık eder. Bu korkunç büyüklükteki cisimlerin kenetlenmesi, etkileri ve etkilenmeleri arasında uyumun gerçek yasalarını öğrenmek bu ifadelerin anlamını genişletmekte, bu olağanüstü gerçeğin alanını, sınırsızlaştırmaktadır. insanlar kendi bilgileri ile şu anda bu yasaların ancak küçük bir kısmını anlayabilmişler ve onların karşısında Hayrete kapılmışlardır. Dehşete düşmüş, endişeye kapılmışlardır. Onları evirip, çeviren, planlayıp düzenleyen büyük bir kuvvetin varlığını kabul etmeden onları açıklamaktan aciz düşmüşlerdir. insan hiçbir dine inanmasa dahi onları yönlendiren bir kuvveti kabul etmekten başka çıkar yol bulamaz! (Seyyid Kutub Tefsiri)

29. Gecesini alâmetsiz kıldı[1*] ve (gündüzünün) duhâsını[2*] çıkardı.

[1*] "Ağtaşa’nın kökü ğataş = الغَطَشُ göz kamaşması demektir. Kamaşan göz için her şey belirsizdir. Nereye gittiği belli olmayacak şekilde yolu kaybolmuş çöle; mefâzetun ğatşâ = مفَازةٌ غَطْشى. denir. (Lisan’ul-arab غطش md.) Gecenin alametsiz olması değişmez bir göstergesinin olmamasındandır. Bu yüzden kutup bölgelerinde beyaz geceler oluşur.

[2*] Duhâ, burada gündüzün tamamı demektir. (Lisan’ul-arab ضحا md.) Ayrıca Bkz. Şems 91/1 ve Duha 93/1 dipnotu. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

30. Bundan sonra da yeryüzünü yayıp döşedi;
31. Ondan suyunu ve otlağını çıkardı,
32. Dağları oturttu,
33. Bütün bunları sizin ve hayvanlarınızın yararı için yaptı.[*]

Ayet-i kerimede geçen "dahf" kavramı yerin düzenlenmesi ve kabuğunun düzleştirilmesidir. Üzerinin yürümeye uygun hale getirilmesi, bitkilerin yeşermesine müsait bir toprağın üzerinde oluşturulmasıdır. Dağların salıverilmesi yer kabuğunun düzene kavuşması ve sıcaklık derecesinin hayata elverişli olan bu normal hale düşmesi sonucudur. Yüce Allah yerden suyunu çıkarmıştır. ister bu kaynaklardan fışkıran su olsun, isterse gökten inen yağmur suyu olsun farketmez. Zira yağmur suyu da aslında yerin kendi suyudur. Önce buharlaşmış, sonra yağmur şeklinde tekrar yere inmiştir. Ayrıca yerden otlaklar çıkaran da O'dur. Burada mera hem insanların, hem de hayvanların yediği bitkileri ifade etmektedir. Canlıların yaşamları ya doğrudan ya da dolaylı olarak ona bağlıdır.

Bunların hepsi göğün yapılmasından, gecenin karartılmasından ve gündüzün aydınlatılmasından sonra olmuştur. Modern astronomi teorileri de Kur'an'ın bu hükmünün anlamına yakın bulunmaktadır. Bu teorilere göre yeryüzü düzeltilmeden, ekine elverişli hale getirilemeden ve yerkabuğu üzerindeki yükseklikler ve düzlükler ile istikrara kavuşmadan yüz milyonlarca sene önce dünya düzeni devam edip durmuş, gece ile gündüz birbirini izlemiştir. Kur'ana Kerim tüm bunların amacını da açıklıyor: "Bunları sizin ve hayvanların geçinmesi için yapmıştır." Böylece insanlara bir yönden Allah'ın yüce tedbirini hatırlatmış öbür yandan Allah'ın, mülkündeki yüce takdirine parmak basmıştır. Çünkü göğün bu şekilde kurulması ve yeryüzünün bu şekilde düzenlenmesi de tesadüf olarak rastgele olmamıştır. Herşey bir plana göre gelişmiştir. Yeryüzünde halifelik görevini üstlenecek insanın hesabı yapılmıştır. Çünkü insanın varlığı, gelişmesi ve ilerlemesi bu evrenin içinde özellikle güneş sistemi içinde daha özel bir anlam ile yeryüzünde uygun şartlara bağlıdır.

Kur'an-ı Kerim gerçeğin temeline ilişkin özlü, mesaj yüklü derin anlamlı işaret metoduna bağlı olarak bu yaşamaya uygun şartların birkaçını hatırlatmaktadır. Bunlar; göklerin kurulması, gecenin karaltılması, gündüzün aydınlatılması, yerin düzeltilmesi, suyunun ve merasının çıkarılması ve dağlarının salınmasıdır. Tüm bunlar, insanlar ve onların hayvanları için yapılmıştır. Bu ise herkese açık bulunan ilahi tedbir ve takdirin gerçek manzaralarından bazılarına parmak basan bir işarettir. Gözle görülen bu manzaralarla her çevrede yaşayan her insana hitap edilebilir. Bu konuda bilgi ve kültür derecesinin bir düzeyine ulaşmaya ihtiyaç yoktur. Nerede olursa olsun, insanın bu konudaki payı hak ettiğinden fazladır. İşte bu nedenle Kur'an tüm devrelerdeki ve her zaman dilimindeki bütün insanoğluna seslenerek hitabını genelleştirmektedir.

Bu düzeyin ötesinde söz konusu büyük gerçeğin daha başka boyutları ve ufukları vardır. Bu koca evrenin özündeki takdir ve tedbir gerçeğine, bu evrenin açıkça haykırdığı tesadüfün ve gelişi güzelliğin bu işleyişten tamamen uzak olduğu gerçeğine işaret edilmektedir. Zira tesadüfün doğası bunca Hayret verici uygunlukların bir araya gelmelerini imkansızlaştırmaktadır.

Dünyanın da kendisine bağlı olduğu güneş sisteminin oluşumundaki uygunluktan başlayan bu uyum ve ahenk yüz milyonlarca yıldız kümesinin içinde gerçekten nadir rastlanan bir düzene sahiptir. Dünya da güneş sistemi içindeki yeri ve konumu açısından gezegenler içinde eşsiz bir yapıya sahiptir. İşte bu eşsiz yapı dünyayı insan hayatı için elverişli kılmaktadır. Şu ana kadar insanlar binlerle ifade edilen, bu zorunlu uygunlukların herhangi bir gezegende buluştuğunu öğrenebilmiş değiller!

"Hayat şartları bu gezegende bütünüyle gerçekleşmiştir. Uygun bir hacim normal bir uzaklık, maddenin elementlerinin hayatın hareketine elverişli bir oranda buluşup oluşması.

Uygun bir hacmin bulunması gerekmektedir. Zira gezegenin etrafını kuşatan hava atmosferinin orada kalması ondaki çekim gücüne bağlıdır.

Normal bir uzaklığın olması da şarttır. Zira güneşe yakın olan kütleler çok sıcaktır. Cisimler orada bütünlüklerini ve bağlarını koruyamazlar. Güneşe uzak olan kütleler ise çok soğuktur. Cisimler oraya giremezler.

Ayrıca hayatın hareketine ve şartlarına uygun bir biçimde elementlerin belli bir oranda buluşup oluşumlar meydana getirmesi de zorunludur. Zira bu belli oranda bitkinin yetişmesi ve buna bağlı olarak da hayatın meydana gelmesi için kaçınılmaz bir şarttır.

Dünyanın konumu hayat için vazgeçilmez olan bu şartların hepsini kendisine toplayan konumların en müsait olanıdır. Şu ana kadar tanıyabildiğimiz ve başka şeklini öğrenemediğimiz tüm şartları burada bir arada bulunmaktadır."

Bu koca evrenin özündeki tedbir ve takdir gerçeğine, yaradılışında ve evirilip çevirilmesinde insanın konumunun hesaba katılması gerçeğine dikkat çekilmesi insanın kalbini ve aklını ahiret gerçeğine, oradaki hesaba çekilme ve karşılık görme gerçeklerine güven ve teslimiyetle çevirmektedir. Evrenin yaradılışı ve insanın yaradılışı gerçekten böyle olup bunların bütünü ile tamamlanmaması ve karşılıklarını bulmaması mümkün değildir. Bu düzenin ve bu sistemin fani dünyadaki bu kısa hayat döneminin sona ermesiyle noktalanması mümkün değildir. Kötülüğün, zalimlerin ve batılın bu yeryüzünde bütün cinayetleriyle çekip gitmesi, iyiliğin, adaletin ve hakkın bu dünyada onca haksızlıklara uğrayarak geçip gitmesi sağduyu ile izah edilemez. Böyle bir ihtimal doğası itibariyle koca evrenin özündeki apaçık takdir ve tedbirin tabiatına aykırıdır. İşte bu bölümde surenin akışı içinde kendisine temas edilen bu gerçek suredeki ana konuyu oluşturan ahiret gerçeği ile bütünleşmektedir. Kalblerde ve akıllarda bu gerçeğe bir giriş niteliğini kazanmaktadır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

34. O en büyük toplantı (mahşer yerindeki toplantı) başladığında[*],

(الطامة) nin kökü olan (طم), bir şeyi ağzına kadar doldurmak demektir. (Mekâyîs, Sıhah) Kıyamet günü insanlar, melekler ve hayvanlar, mahşer yerini ağzına kadar dolduracağı için o toplantı, en büyük toplantı olacaktır. (Naziat 79/35) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

35. İnsan neyin peşinde koştuğunu anlar ama, artık iş işten geçer.[*]

Şüphesiz dünya hayatı bir yararlanmadır. Bütün evrenle, hayatın ve insanın yaratılması ile irtibatı bulunan tedbirin gereği olarak dikkatle ve sağlam biçimde takdir edilen bir yararlanma. fakat sadece bir yararlanmadır. Zamanı geldiğinde sona erecek bir yararlanma. Büyük baskın gelip çattığında herşeyin üzerini kuşatır. Her şeyin üzerini kapatır. Tüm geçici nimetlerin üzerini örter. Sağlam, takdir edilmiş düzenlenmiş evreni kuşatır. Kurulan göğü, düzeltilen yeri, salınan dağları, canlıları ve hayatı tümüyle avucuna Alır. Varolan her şeyin konumunu ve akıbetini belirler. Çünkü O, bunların hepsinden büyüktür. Bunların hepsini kuşatır ve bastırır.

İşte o zaman insan yaptığını hatırlar. Çabasını hatırlar ve gözlerinin önüne getirir. Hayatın olaylarının ve uğraşlarının kendisini gaflete düşürdüğünü ahireti unuttuğunu anlar. Hatırlar ve gözlerinin önüne getirir ama hatırlama, gözlerinin önüne getirmenin hayıflanma ve pişmanlıktan başka işe yaramadığı bir zamanda. Artık bunun ötesindeki azabı ve felaketi düşünmekten başka çaresinin kalmadığı bir sırada. (Seyyid Kutub Tefsiri)

36. Gören kimseler için cehennem ortaya çıkarılmıştır.
37. Kim ki sınırları aşar,

Ayet-i kerimede geçen "tuğyan" kavramı normal anlamından daha kapsamlı bir mana ifade etmektedir burada. Bu hakkı ve hidayeti aşıp geçen her kişinin vasfıdır. Alanı güç ve otorite sahibi olan zalim iktidar sahiplerini içermekten daha geniştir. Burada tuğyan, hidayetin sınırını aşan, dünya hayatını tercih eden, onu ahiretin önüne geçiren, yalnız dünyaya çalışan, ahiret için hiçbir hesabı olmayan her insanı kapsamaktadır. Ahiret kriteri, insanın elindeki ve vicdanındaki ölçüleri değerlendiren tek ölçüdür. Ahiret hesabı bir kenara itildiğinde veya dünya hayatı ona tercih edildiğinde elindeki bütün ölçüler altüst olur. Ölçüsündeki bütün değerlerin düzeni bozulur. Hayatındaki vicdani ve ahlaki tüm ilkeler ve prensipler yıkılır. Azgın, isyankar, haddini aşan bir insan konumuna düşer. (Seyyid Kutub Tefsiri)

38. dünya hayatını (Ahirete) tercih ederse,
39. varacağı yer o yakıcı ateştir!
40. Kim de Rabbinin makamından korkar ve nefsini kötü arzularından alıkoyarsa,
41. işte onların varacağı yer de Cennet’tir.[*]

Rabbinin huzuruna çıkarılma endişesi taşıyan günaha yönelemez. Beşeri zaafının baskısıyla ona yöneldiği zaman dahi bu yüce makamın endişesi onu hemen pişmanlığa, istiğfara ve tevbeye yöneltir. itaat dairesinde hareket etmeye devam eder.

Kişinin kendisini heva ve hevesten alıkoymasının yolu itaat dairesindeki noktada yoğunlaşmaktır. Çünkü heva ve heves her tür azgınlığın, zalimliğin, her tür haddi aşmanın ve her çeşit günahın itici gücüdür. Belanın esası ve kötülüğün kaynağıdır. İnsanın başına ne gelirse hevasından gelir. Cahilliğin tedavisi kolaydır. Fakat bilgiden sonraki heva heves, tedavisi için uzun zorlu bir mücadele gereken nefsin baş belasıdır.

Allah korkusu, azgın isteklerin şiddetli saldırılarına karşı sağlam ve muhkem bir kale durumundadır. Heva ve hevesin saldırılarına karşı bu muhkem kaleden başkası ayakta duramaz. Bu nedenle Kur'an'ın ifadesi bunların her ikisini de bir ayette topluyor. Çünkü burada konuşan, nefsin hastalığını en iyi bilen yüce yaratıcı olan Allah'tır. Tedavisini de bilen O'dur. Girintilerini ve çıkıntılarını en iyi bilen de yalnız O'dur. Heva ve hevesinin nerede gizlendiğini, gizliliklerinin ve hareketlerinin nasıl koordine edildiğini bilir.

Yüce Allah, insanı içinden taşkın arzuları hiç geçirmemekle yükümlü tutmamıştır. Çünkü yüce Allah insanın buna gücünün yetmeyeceğini bilir. insanın heva ve hevesini serbest bırakmamasını, onu frenlemesini ve dizginini eline almasını istemiştir. Bu konuda korkudan destek almasını istemiştir. Ürpertici, ulu ve büyük olan Rabbinin huzuruna çıkarılma endişesidir bu. Bu çetin cihadına karşı ona cenneti ödül ve sığınak olarak vermiştir. "Onun barınağı da cennettir." Böyledir çünkü yüce Allah bu cihadın büyüklüğünü bilir. İnsanın nefsini terbiye etmede, düzeltmede ve en yüce makama yükseltmedeki değerini takdir eder.

Şüphesiz insan, bu alıkoyma, bu cihad, yükseliş ile insandır. Hiçbir insan doğasının gereği budur, yapısında bu vardır diye heva ve hevesini serbest bırakamaz. Nefsin cazibesine kapılarak alçalamaz. Çünkü insanın içine heva ve hevesin dürtülerinden etkilenme yeteneği veren Allah aynı zamanda heva ve hevesin dizginini tutma yeteneğini de vermiştir. Heva ve hevesi frenlemeyi, cazibesinden kurtulup yükselmeyi öneren de O'dur. İnsanın bu mücadelede başarı olarak çıkıp yükselmesi ve yücelmesi halinde ona mükafat ve sığınak olarak cenneti veren de O'dur.

O insana yaraşır bir hürriyet var ki, bu yüce Allah'ın insanı onurlandırmasına uygun düşmektedir. Bu hürriyet heva ve hevesin etkilerine karşı üstün gelme, şehvetin esaretinden kurtulma, dengeli, ölçülü bir şekilde hareket edip seçebilme özgürlüğünü ve insani değerleri korumaya dayanır. Bir de hayvana yakışır hürriyet vardır. Bu da insanın heva ve hevesine karşı yenilgiye uğraması, şehvetine kulluk yapması, iradelerinin dizginini elinden kaçırmasıdır. Buna insanlığını yitiren, köleleştirmiş, köleliğine hürriyetten zayıf bir maske çeken kimseden başkası talip olmaz. (Seyyid Kutub Tefsiri)

42. Sana, kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar.
43. Sen, onu ne bilirsin ki ne anlatacaksın?
44. Onun bilgisi Rabbine aittir.[*]

"Ne zaman gelip çatacak?" Onların sorularına cevap şudur: "Sen nerede onun vaktini söylemek nerede?" Bu, kıyametin büyüklüğünü ve dehşetini çağrıştıran bir cevaptır. Bu sorunun saçma ve tutarsız olduğunu, çocuklaşmaktan ve haddini aşmaktan kaynaklandığını ortaya koymaktadır. İşte bak Hz. Peygambere şöyle deniyor: "Sen nerede onun vaktini söylemek nerede?!" Kıyamet o kadar büyüktür ki ne sen ondan sormalısın ne de onun zamanı sana sorulmalıdır. Onun işi Rabbine havale edilmiştir. Sadece O bilir onu. O senin işin değildir. "Onun bilgis Rabbine aittir." (Seyyid Kutub Tefsiri)

45. Sen sadece böyle bir günden korkanı uyaran bir kişisin.
46. Onlar onu (kıyameti) gördükleri zaman sanki dünyada bir akşam veya onun kuşluk vaktinden fazla kalmamış gibi olacaklar[*].

İşte dünya hayatı budur Kısadır. Tez gelip geçer. Basittir. Geçicidir. Değersizdir. Önemsizdir. Onlar sırf bir akşam veya sabah vakti için mi ahireti feda ediyorlar? Geçici bir ihtiras için mi karşılık ve sığınak olarak verilecek cenneti bir kenara itiyorlar?

Şüphesiz bu büyük bir aptallıktır. Görebilen gözü, işitebilen kulağı olan hiçbir insanın işlemeye asla yanaşamayacağı bir aptallıktır! (Seyyid Kutub Tefsiri)