MÜRSELÂT / GÖNDERİLENLER SURESİ

İniş Sırası: 33 • Mushaf Sırası: 77 • Mekki Sure • 50 Ayettir

(Kıyameti inkâr edenlere o gün şöyle denir): Haydi yalan saydığınız azaba gidin. Yürüyün üç kola ayrılmış gölgeye doğru. Serinlik sağlamayan ve alevden korumayan gölgeye! Orası kalaslar gibi kıvılcımlar saçar. Her biri, sanki kızgın sarı madenden oluşmuş, dev gemi halatları gibidir! O Gün vay haline hakikati yalanlayanların! (Murselat 29-34)

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. İyiliği yaymak için görev üstlenenler,
2. işleri sürükleyip götürenler
3. iyiliği her tarafa yayanlar,
4. iyi ile kötüyü birbirinden ayıranlar,
5. ve arkalarında doğru bir bilgi bırakanlar;[*] işte bütün bu kişiler önemlidir.

İlk ayetlerindeki kelimeleri, tefsir bilginleri meleklerin veya rüzgarın özelliği saymışlardır. Allah’ın yaptığı yeminler, bir şeyin önemini ortaya koymak içindir. Ayetler böyle tefsir edilince yeminlerin bir anlamı kalmaz. Kur’an, insanlara indiğinden o kelimeler, bazı kişilerin önemini göstermeli ki herkes dersini alsın. Bize göre onlar, kadın erkek her insanı içine alan النفوس =en-nüfus yani kişiler sözünün sıfatıdır; başkası uygun düşmez.. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

6. O bilgi, özür için de uyarı için de olabilir.
7. Elbette, tehdit edildiğiniz şey mutlaka gerçekleşecektir.[*]

Tehdit edildiğiniz kıyametin gelişi mutlaka olacak, mutlaka başınıza gelecek! Bu, kasemin (yeminin) cevabıdır. (Zemahşeri Tefsiri)

8. Yıldızlar söndürüldüğü,
9. Göğün yarıldığı,
10. Dağların ufalanıp savrulduğu,
11. ve bütün elçiler (tanıklık) vaktinde toplandığı zaman... [*]

Bu evrensel sahnelerde somutlaşan dehşetin yanı sıra okuduğumuz ayetlerde kıyamet gününe ertelenen bir başka büyük olaya değiniliyor. Bu olay bütün peygamberlerin uzun insanlık boyunca sürdürdükleri çağrı misyonunun bilançosunun sunulmasıdır, bu sunuluşa ilişkin randevudur. Bütün peygamberlere o gün için randevu verilmiş, o gün genel bir buluşma günü olarak belirlenmiştir. Bu buluşmada peygamberler göklerden, yeryüzünden ve dağlardan daha ağır basan o büyük konuya ilişkin son hesaplarını sunacaklar, dünya hayatının tüm problemleri çözüme bağlanacak, Allah bu problemlere ilişkin hükmünü verecek, ardışık insan kuşaklarını ve bütün çağları bağlayan son söz söylenecektir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

12. Ne zaman gerçekleşecek (bütün bunlar)?
13. Ayrım Günü.
14. Bu Ayrım Günü’nün nasıl bir gün olacağını bilebilir misin?
15. O Gün vay haline hakikati yalanlayanların![*]

Ayetlerin anlatım biçimi, son derece önemli ve korkunç bir olaydan söz edildiğini açıkça ortaya koyuyor. Öyle ki, bu korkunçluk sönen yıldızların, parçalanan göğün ve ufalanıp toz gibi uçuşan dağların saldıkları korkuyu bile geride bırakıyor. Bu vurgunun korkunçluğu ve dehşeti duygulara işleyince hemen arkasından şu dehşetli vurgu ve şu korkunç uyarı ile sarsılıyoruz: "O gün inkarcıların vay haline!" , Bu uyarı üstün ve karşı konulmaz iradeli yüce Allah'tan geliyor. Üstelik evrene egemen olan dehşeti ve son mahkeme oturumunun ürperticiliğini izliyor. bu oturuma bütün peygamberler de katılıyor ve kendilerine verilen bu randevuda son bilançolarının rakamlarını sunuyorlar. Bu zaman dilimine bağlanarak yapılan bu uyarının sarsıcı bir ağırlığı, ürkütücü bir etkisi vardır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

16. Önceki inkarcı toplumları yok etmedik mi?
17. Sonra arkadan gelenleri de onların peşine takacağız.
18. Suçlulara işte böyle davranırız.
19. O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
20. Sizi basit bir sudan yaratmadık mı?
21. Sonra onu sağlam bir yere (ana rahmine) yerleştirdik.
22. Belli bir süreye kadar.
23. Biz, [insanın yaratılışını] işte böyle gerçekleştirdik: ne mükemmeldir Bizim [bir şeyi] gerçekleştirme kudretimiz! [*]

İnsanın varoluş sahnesine çıkarılma süreci (23:12-14’de tasvir edilmiştir) açık bir şekilde Allah’ın yaratıcı faaliyetine ve dolayısıyla varlığına işaret etmektedir. Sonuç olarak, insanın bundan dolayı şükretmeyişi, Kur’an’ın “hakikati yalanlamak” olarak tanımladığı bir nankörlük derecesine varmaktadır. (Muhammed Esed Tefsiri)

24. O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
25. Yeryüzünü bir toplanma yeri yapmadık mı?
26. Diriler ve ölüler için.[*]

Bu, yalnızca toprağın diri ve ölü insanlar ve hayvanlar için bir kalım/yerleşim yeri olduğu gerçeğine işaret etmekle kalmaz, ama aynı zamanda bütün organik hayatta, ilahî bir kanun olarak, doğma, büyüme, yaşlanma ve ölme devr-i dâim şeklindeki hareketine işaret eder -böylece, “ölüden diriyi ve diriden ölüyü meydana getiren” Yaratıcı’nın varlığının bir kanıtı olarak görülür (3:27, 6:95, 10:31 ve 30:19). (Muhammed Esed Tefsiri)

27. Orada yüksek dağlar yaratıp, size tatlı su içirmedik mi?[*]

Başı yüce haşmetli dağlar rahmet bulutlarının altına başını tutuyor da, şerefini Allah’tan alan insan akleden kalbini neden vahyin rahmet bulutlarının altına tutmayıp hakikati yalanlıyor? Vahiy bir dağa inseydi dağ haşyetten paramparça olurdu (59:21). Fakat insana indiği halde insan neden vahye karşı taş kesilir? Bulut dağa nâzil olur vahiy insana. Bulutu çeken dağ yeşile kavuşur, vahiy hakikatine yüreğini tutan insan cennete kavuşur. Aksi halde dağ nasıl kıraç kalırsa, insan da cennetinden olur. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

28. O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
29. (Kıyameti inkâr edenlere o gün şöyle denir): Haydi yalan saydığınız azaba gidin.
30. Yürüyün üç kola ayrılmış gölgeye doğru.
31. Serinlik sağlamayan ve alevden korumayan gölgeye![*]

Uzun bir yargılanma işleminin tutukluğu ve zorunlu konukluğu arkasından artık serbest olarak gidebilirsiniz. Fakat nereye doğru. Bu hareket özgürlüğü, aslında tutulduktan beter bir şey! "Şimdi inkar ettiğiniz yere koşunuz." İşte şuraya doğru. Orası tam karşınızda duruyor. "Üç çatallı gölgeye koşunuz: ' Orası cehennem ateşinden yükselen ve üç kol halinde yayılan dumanların gölgesidir. Ama ne gölge! Kavurucu güneşten daha beter bir şey! "Serinlik sağlamayan ve alevden korumayan gölgeye!" Bu gölge boğucu, yakıcı, kavurucu bir gölge! Sırf alay üslubunun bir uzantısı olarak ona "gölge"denmiş. Bir de cehennem ateşinden yükselen dumanın gölgesi ile avutma amacı taşıyor bu isimlendirme. Koşunuz. Nereye doğru gideceğinizi biliyorsunuz. Varacağınız o yeri bildiğiniz için oranın adını söylemeye gerek yok. (Seyyid Kutub Tefsiri)

32. Orası kalaslar gibi kıvılcımlar saçar.
33. Her biri, sanki kızgın sarı madenden oluşmuş, dev gemi halatları gibidir![*]

“[O gölge] saray misali bir kıvılcım” bi-şerârin şeklinde de okunmuştur- [“saçar!”]; yani her bir kıvılcım saray kadar büyüktür. Kasrın “kalın ağaç kökü (kütüğü)” anlamına geldiği, tekilinin kasratun olduğu da söylenmiştir; cemretun - cemrun gibi. İki fetha ile ke’l-kasari şeklinde de okunmuştur ki deve boynu veya hurma ağacının boynudur; şeceratun - şecerun gibi. İbn Mes‘ûd “saraylar gibi” anlamında ke’l-kusuri okumuştur; rehnun - ruhunun gibi. Sa‘îd b. Cübeyr (v. 94/713) kasaratun (ağaç kökü, kütük) kelimesinin çoğulu ile ke’l-kısari okumuştur; hâcetun - hivecun gibi.

Cimâlâtun lâfzı, cimâlin çoğuludur. Veya cemâletun [olup], cemelin çoğuludur.1 Alevler önce saraylara, sonra da teşbihi açıklamak için develere benzetilmiştir. Dikkat edersen, Araplar develeri yüksek saray ve köşklere benzetirler. Kelime; “köprü halatları” anlamında, zamme ile cumâlâtun da okunmuştur; “gemi halatları” anlamında olduğu da söylenmiştir. Tekili cumâletundür. Cimâl ile aynı anlamda, kesre ile cimâletun de okunmuştur. Zamme ile cumâletun de okunmuştur ki, o da halat demektir. (Zemahşeri Tefsiri)

***

Lafzen, “bükülmüş sarı halatlar gibi”, sarı renk, “ateşin rengidir” (Beğavî). Birçok müfessir ve Kur’an’ın şimdiye kadarki bütün çevirmenlerinin cimâlât’ı (hem cimâlet, hem de cimâleh olarak okunmuştur) “develer” şeklinde çevirmeleri, son derece uygunsuz bir karşılık olduğu için kabul edilemez durumdadır; bu bağlamda bkz. 7:40’ın ikinci bölümü ile ilgili not 32 -“halatın iğne deliğinden geçebilmesinden daha kolay giremeyecekler cennete”. Yukarıdaki ayette de çoğul isim cimâleh (veya cimâlât), “bükülmüş halat” veya “dev halatlar”ı gösterir -bu anlam, İbni ‘Abbâs, Mücâhid, Sa‘îd b. Cubeyr ve başkaları tarafından kuvvetle vurgulanmıştır (karş. Taberî, Beğavî, Râzî, İbni Kesîr; ayrıca Buhârî, Kitâbu’t-Tefsîr). Ayrıca yıldız kaymalarının hareketini gözlememiz de, “kızgın dev halatlar” şeklindeki çevirimizi haklı çıkarmaktadır. Benzer şekilde, kasr kelimesini tamamen anlamsız olan “kaleler”, “saraylar” vb. şeklindeki klasik karşılıklarının yerine bu bağlamda “[yanan] kütükler” şeklinde çevirmem de yukarıda zikredilen otoritelere dayanmaktadır. (Muhammed Esed Tefsiri)

34. O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
35. Bu, konuşamayacakları gündür.
36. Kendilerine izin de verilmez ki özür dilesinler.
37. O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
38. İşte bu, Ayrım Günü`dür.(Onlara denilecek ki): "Sizi ve öncekileri bir araya topladık.
39. Ve eğer bir bahaneniz [olduğunu sanıyorsanız], haydi (onu kullanıp) Beni atlatmaya çalışın!”[*]

Bugün özür dileme günü değil, hüküm verme günüdür. Sizleri, sizden öncekilerle birlikte bir araya getirdik. Alabildiğiniz bir önlem varsa Alınız. Yapabileceğiniz bir şey varsa yapınız. Hayır. Ne alabilecekleri bir önlemleri ve ne de yapabilecek bir şeyleri vardır. Uğradıkları sert paylama karşısında çekingen suskunluktan başka yapacak bir şey bulamıyorlar. (Seyyid Kutub Tefsiri)

40. O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
BÖLÜM 2
41. Kendini koruyanlar[*] gölgeliklere, pınar başlarına gidecekler.

Takva sahibi olanlar, kendini koruyanlar, doğal yapıyı bozmayanlar, Allah’tan çekinerek korunanlar. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

42. Arzu ettikleri her meyveyi hazır bulacaklar.
43. [ve onlara:] “[Hayatta iken] yaptıklarınızın karşılığı olarak afiyetle yiyip için!” denilecek.
44. Biz iyilik yapanları, İşte böyle ödüllendiririz.[*]

Evet, kötülüklerden sakınanlar cennet ağaçlarının gölgeleri altındadırlar. Bu defa gölgeler gerçek gölgelerdir. Cehennem dumanından yükselen üç çatallı, serinlik vermez, ateşten korumaz, sözde gölgeler değillerdir. Ayrıca onlar pınar başlarındadırlar. Yakıcı susuzluk uyandıran, boğucu cehennem dumanları arasında değillerdir. Bunların yanı sıra onlar "Canlarının çektiği meyvalarla baş başadırlar." Onlar bu somut nimetlerin ötesinde kalabalıkların gözleri ve kulakları önünde şu yüce onurlandırıcı sözlere de muhatap olacaklardır:

"Yapmış olduğunuz iyiliklerin karşılığı olarak şimdi afiyetle yiyiniz, içiniz. Biz iyilik yapanları, İşte, böyle ödüllendiririz."

Aman Allah'ım! Yüceler yücesi Allah'tan gelen ne büyük lütuf ve ne büyük onurlandırma! (Seyyid Kutub Tefsiri)

45. O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
46. “Ey yalancılar! Biraz daha yiyip için, keyfinize bakın. Sizler suçlusunuz.”[*]

Az önce kötülüklerden sakınanlara ahirette seslenilirken şimdi dünyada günahkârlara sesleniliyor. Sanki bu zavallılara şöyle denmek isteniyor; "Bu iki durum arasındaki farkı kendi gözlerinizle görünüz. O dünyanın nimetlerinden mahrum kalma, orada uzun süreli azaba çarpılma karşılığında şu dünyada azıcık yiyiniz, keyfinizce yaşayınız bakalım.' (Seyyid Kutub Tefsiri)

47. O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
48. Onlara, "Rükû edin!" dendiğinde rükû etmezler.
49. O Gün vay haline hakikati yalanlayanların!
50. Onlar Kur’an’a inanmadıktan sonra hangi söze inanacaklar?[*]

Allah Rasûlü bu âyeti okuyan birinden, “Allah’a ve O’nun indirdiğine iman ettim” (âmentu billâhi ve mâ enzele) demesini istermiş (İbn Kesir). Bu, vahiyle diyaloga girmenin, vahyi canlı seslenen bir özne olarak görüp ona cevap vermenin güzel bir örneğidir. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)