MÜCADİLE / HAKKINI ARAYAN KADIN SURESİ

İniş Sırası: 105 • Mushaf Sırası: 58 • Medeni Sure • 22 Ayettir

Allah bu surede kendisine zıhar yapan kadının hak arayışını anlatıyor. Allah bu kadının hakkını korumuş ve ilgili ayetlerle zıhar yapılmasını yasaklamıştır. Zihâr, eski Arap örfünde kişinin eşine “sen bana annemin sırtı gibisin” diyerek evliliğini fiilen bitirmesi ama eşini boşamamasıydı. Üstteki fotoğraftaki kadınlar da hak arayışı içinde. Allah Maide 32. ayette Kim cinayet suçu işlememiş veya yeryüzünde fesat çıkarmamış bir kişiyi öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibi olur diyor. Allah insanları öldürenlerin cezasını kısas veya ölenin ailesi tarafından bağışlanmaya bağlamıştır. Bakara 178-179 şöyle der; Ey inanıp güvenenler! Kısas size, öldürülenler konusunda farz kılındı. Hürü öldüren o hüre karşılık, esiri öldüren o esire karşılık, kadını öldüren de o kadına karşılık (kısas edilir). Kim, öldürülenin kardeşi (mirasçısı) tarafından bir bedel karşılığı bağışlanırsa, gereğini (maruf olanı) yerine getirsin ve bedeli güzelce ödesin. Böyle olması, Rabbiniz /Sahibiniz tarafından yapılmış bir hafifletme ve bir iyiliktir. Kim bundan sonra da düşmanlığı sürdürürse, ona acı bir azap vardır. Ey gerçeğin peşinde olanla! Kısasta sizin için hayat vardır; böylece yanlışlardan sakınabilirsiniz. Eğer masum insanların öldürenlere idam cezası getirilirse bu caydırıcı etki yaparak masum insanların öldürülmesinin önüne geçecektir. Ölüm cezasında istenen intikam almak değil insanlarda "seni öldürüp de kendi canımdan olamam" bilinci oluşturmak olmalı. Fakat idam cezasından önce ayetin gereği olarak ölenin yakınına katili affedip affetmeyeceği sorulmalı.

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Kocası ile ilgili sana başvurarak hakkını arayan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitti.[*] Allah sizin karşılıklı konuşmanızı işitiyor. Çünkü Allah Semî'dir; dinler, Basîr'dir; görür.

"Allah işitmiştir." Tahkik (kuvvetlendirmek) ve tevki', yani vuku bulması beklenen anlamını ifade etmektedir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir. "Evet Allah işitti, hakikaten beklendiği gibi işitti ve dinleyip gereğini yaptı." O kadının sözünü ki, kocası hakkında seninle mücadele ediyor ve Allah'a şikayette bulunuyordu. Gam ve kederini dile getiriyor, derdinin çaresini istiyordu. Rivayetlerden anlaşıldığına göre bu âyetlerin inmesine sebeb olan kadın, Ensar'dan Evs b. Sâmit'in karısı Havle binti Sâlebe idi. Hadise şöyle meydana gelmişti: "Havle'nin kocası olan Evs b. Sâmit -ki Ubâde b. Sâmit'in kardeşiydi ihtiyarlamış ve titiz bir yapıya sahip olmuştu. Bir gün karısı kendisinden birşey istemiş, o da öfkelenip "Sen bana anamın sırtı gibisin." deyivermişti ki, buna zıhâr denilmektedir. Cahiliye âdetlerine göre bir adam karısına bu sözü söylediği zaman karısı ona haram olurdu. Onu bir daha alamazdı. Bu hadise İslâm'da ilk defa meydana gelen bir zıhâr olmuştu. Derken Evs çok geçmeden söylediğine pişman olup Havle'yi çağırmıştı. Ancak Havle, yanına gelmekten çekinmiş ve ona; "Canım kudret elinde bulunan Rabbime yemin ederim ki sen o sözü söyledikten sonra, Allah ve Resulü hükmünü verinceye kadar benim yanıma gelemezsin. Git Resulullah'a danış." demişti. Koca, "Ben utanırım Resullullah'a bunu soramam." cevabını vermişti. Bunun üzerine kadın, "Ben gider sorarım." deyip Resulullah'ın huzuruna vardı ve, "Ya Resulullah! Evs beni eş olarak seçip evlendiğinde gençtim, çekici idim. Ancak yaşım ilerleyip birçok çocuğum olunca Evs beni anası gibi kıldı ve kimsesiz bırakıverdi. Eğer bana bir çare bulup onunla geçinmemi temin edersen, bunu beyan buyur ya Resulullah!" diye istekte bulundu. Hz. Peygamber de ona: "Ben şimdiye kadar bu konuda bir şeyle emrolunmadım, ictihadım ise senin ona haram olduğun şeklindedir." dedi. Havle, "Vallahi o, talak zikretmedi." dedi. Resulullah ise haram olmuşsun diye tekrar etti. Ancak kadın, "Kurbanın olayım nazar buyur Ya Resullullah" dedi ve bu hususta Resulullah ile defalarca mücâdelede bulundu. Havle daha sonra da şikayetini Allah'a arzederek, "Allah'ım yalnızlığımın şiddetinden ve bana zor gelecek olan ayrılık acısından sana şikayette bulunuyorum. Küçük çocuklarım var, onları ona (Evs'e) bıraksam zâyi' olacaklar, yanıma alsam aç kalacaklar." dedi ve başını göğe kaldırıp "Allah'ım sana şikayet ediyorum, Peygamberinin lisanına bir vahiy indir." şeklinde yalvardı. Havle henüz oradan ayrılmamıştı ki, hakkında Kur'ân âyeti nazil oldu. Vahyin şiddeti geçtikten sonra Peygamber (s.a.v) Efendimiz, "Ya Havle müjde!" dedi ve arkasından âyetini okudu. Bunun üzerine Resulullah, kadının kocasını çağırttı, "O yaptığın yeminle kasdın ne idi?" diye sordu. Evs de, "Onun keffâreti var mı?" dedi. Buna karşılık Peygamberimiz, "Bir köle azad etmeye gücün yeter mi? " şeklinde mukabelede bulundu. Evs cevabında, "Hayır Vallahi ya Resulullah, ona gücüm yetmez, malımın hepsi gider, köle pahalıdır, benim ise malım azdır." dedi. Hz. Peygamber de "Ona gücün yetmezse iki ay peşpeşe aralıksız oruç tutabilir misin?" buyurdu. Evs ise, "Hayır vallahi ben günde üç kere yemezsem gözümün feri kaçar." dedi. Hz. Peygamber, "O halde altmış fakiri doyurabilir misin?" diye sordu. Buna karşılık da Evs, "Hayır, vallahi buna da gücüm yetmez. Eğer bana yardımda bulunursanız, o zaman olabilir." dedi. Resulullah da "Ben sana onbeş sa' (on beş bin dirhem) yardımda bulunurum ve bereketi içinde dua ederim." dedi. Ve bu şekilde aralarını düzeltti. Hz. Aişe'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İşitmesi seslerin hepsini ihata eden O Allah, ne büyüktür!" Ne yücedir ki, kadın Hz. Peygamber (s.a.v)'e hâlini arzederken öyle yavaş fısıltı ile söylüyordu ki, yanlarında olduğum halde ben bile söylediklerinin bazılarını duyuyor, bazılarını duyamıyordum. O, Resulullah'a kocasından şikayet ediyor, "Ya Resulullah gençliğimi yedi, karnım ona saçıldı, yani ona çocuklar doğurdum. Nihayet yaşım ilerleyip çocuktan kesildiğim zaman bana zıhâr yaptı, Allah'ım sana şikayet ediyorum." diyordu. Kadın daha yerinden ayrılmamıştı ki, Cebrail (a.s.) şu âyetleri getirdi. Yine rivayet edilir ki Hz. Ömer (ra) bu kadın yanına geldiği zaman ona ikramda bulunur ve "Allah Teâlâ onu dinledi." derdi. İbnü Ebî Hâtim ve "el-Esmâ ve's-sıfât"ta Beyhakî şöyle bir rivayeti nakletmişlerdir: "Bir gün Hz. Ömer (r.a.) insanlarla beraber yürürken bu kadın Ömer'in durmasını istedi, o da durdu ve kadına yaklaşıp elini omuzuna koydu ve onu dikkatle dinledi. Kadın söyleyeceklerini söyleyip gidince, Hz. Ömer'in yanında bulunanlardan biri "Ya Emir'el-Müminin! Şu kocakarının karşısında Kureyş'in adamlarını beklettin." dedi. Hz. Ömer ona, "Yuh olsun sana, kim o biliyor musun?" dedi. O da, "Hayır bilmiyorum." deyince, Hz. Ömer, "Bu, Allah Teâlâ'nın yedi kat göğün üstünden şikayetini dinlediği kadındır. Bu Havle binti Sa'lebe'dir. Vallahi geceye kadar gitmeseydi, ihtiyacını bitirmeden ben ayrılmazdım." buyurdu. "Buharî'nin Tarih'inde konuyla ilgili naklettiği rivayet de şöyledir: "Söz konusu kadın Hz. Ömer'e, "Dur ey Ömer!" dedi, o da durdu. Kadın ona oldukça sert sözler söyledi. Oradakilerden biri, "Ey müminlerin emiri ben bu kadın gibisini görmedim." dedi. Bunun üzerine Ömer de, "Nasıl dinlemem ki, onu Allah Teâlâ dinledi de hakkında âyetlerini indirdi." dedi. Âyetlerin nüzul sebebine dair nakledilen bu rivayetlerden, örf ve âdetlerin yürürlükten kaldırılmadıkça muteber olduğu hususu anlaşılmaktadır. Nitekim zıhâr hakkında henüz bir hüküm nazil olmadığı için Resulullah örf ve adet gereği kadına, "Haram olmuşsun." demiştir. Bu nevi delillerden dolayıdır ki, "âdet muhakkemdir (geçerli bir hükümdür.)" önermesi, fıkıhta genel bir kâide olarak kabul edilmiştir. Yukarıda da geçtiği üzere zıhâr İslâm'dan önce Araplar'ın âdetlerine göre kesin bir haramlık ifade ediyordu ve helale çevrilmesine dair bir çözüm yolu yoktu. Kur'ân, zıhâr olarak söylenen sözün İslâm'a yakışmayan, yadırganan ve çirkin bir yalan olduğunu beyan etmiş, evvela ondan sakınılması lazım geldiğini, söylendiği takdirde de hiç hükümsüz kalmayıp yine haram hükmünü ifade edeceğini belirtmiştir. Ancak münker olarak söylenen o sözü, bir keffaret ile telafi ederek geri alıp, o haramlığı kaldırmanın gerekli olacağını beyan ile, zikredilen âdeti kısmen bırakmış, kısmen ortadan kaldırarak değiştirmiş böylece çirkin âdetlerin ıslah edilmelerinin gerekli olduğunu da göstermiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

2. İçinizden, eşleriyle zihâr[*] yapanların eşleri, onların anaları değildir. Anaları, sadece kendilerini doğuranlardır. Onlar kesinlikle, çirkin ve yalan sözler söylüyorlar. Ama Allah Afüvv;dur; affı sınırsız olandır ve Gafûr'dur; çokça bağışlar.

Zihâr, kişinin eşine “sen bana annemin sırtı gibisin” diyerek cinsel yönden onu annesi konumuna sokmasıdır. Böyle bir erkek, eşinden ancak dört ay uzak kalabilir. Eğer dört ay içinde eşine dönmezse, süre sonunda talak süreci otomatik olarak başlar (Bakara 2/226-227). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

3. Eşlerine zıhar yaparak onlardan ayrılmaya kalkıp da sonra söylediklerinden dönenlerin, eşleriyle temastan önce bir köleyi hürriyetine kavuşturmaları gerekir. İşte size emredilen budur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
4. Buna imkan bulamayan, temaslarından önce aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurmalıdır. Allah'a ve Elçisine inanmanız (onların sözlerini doğrulamanız) için bu hükümler konmuştur. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır (bu sınırları tanımayan) kafirler için acı bir azab vardır.
5. Allah’a ve elçisine sınır çizenler[*], kendilerinden öncekiler nasıl değersiz hale getirildilerse, öyle değersiz hale getirileceklerdir. Biz, birbirini açıklayan ayetler indirdik. Ayetleri görmezlikten gelenlerin (kafirlerin) hakkı alçaltıcı bir azaptır.

Allah’ın ve Elçisinin her konuda söz sahibi olamayacağını söyleyen. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

6. Gün gelip Allah onların hepsini diriltecek; yaptıkları her şeyi kendilerine bir bir haber verecek; onlar unutmuş olsalar bile, Allah onlara yaptıklarını bir bir sayıp dökecek: zira Allah her şeye ayrıntısıyla şahittir.
BÖLÜM 2
7. Göklerde ve yerde olan biten her şeyi Allah'ın bildiğinden haberin yok mu? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunursa bulunsunlar, mutlaka Allah onlarla beraberdir. Sonra, kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir.[*]

Aslında bu bilinen bir gerçektir. Yalnız bu gerçek derin etki bırakabilecek biçimde güzel sözlerle ifade edilmiştir. Bu kalpleri bir keresinde ürperti ve korku ile titreten, bir keresinde ise sevgi ve dostlukla dolduran bir tablodur. İnsanın kalbini yüce dost olan Allah'ın huzurunda kendisinden geçirmektedir. Nerede üç kişi yalnız kalsa dördüncülerinin Allah olduğunu hissederler. Nerede beş kişi yalnız kalsa altıncılarının Allah olduğunu hissederler. Nerede iki kişi gizli konuşup fısıldaşsa Allah oradadır! Nerede daha çok kişi buluşsa yine oradadır Allah

Bu hiçbir kalbin ürpermeden ve titremeden sakin bir biçimde karşılayabileceği, onu etkilenmeden karşılamaya güç yetirebileceği bir hal değildir... Rabbinin, dostunun huzurunda duran bir kalp yerinde durabilir mi? Bu aynı zamanda yüce ve ürpertici heybeti olan Allah'tır çünkü. Hangi kalp Allah'ın huzurunda sakin durabilir? "Nerede olurlarsa olsunlar Allah onlarla beraberdir."

"Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir."

Bu da sarsan ve titreten başka bir dokunuştur. Hiç kuşkusuz yüce Allah'ın dinlemesi ve hazır bulunması dahi ürpertici bir olaydır. Bu dinleme ve hazır bulunmadan sonra hesaba çekme ve cezalandırma söz konusu olduğunda acaba durum ne olur? İnsanlar gizlice fısıldaştıkları ve gizlenmek için tenha ve kuytu yerlere çekildikleri her şey kıyamet gününde şahidlerin huzurunda ortaya dökülecek ve herkesin hazır olup katıldığı bugünde yüce Allah onları yüceler aleminde haber verecek olsa durum ne olur?

Ayet-i Kerime başladığı gibi yine genel bir tablo ile sona eriyor: "Allah her şeyi bilendir: '

İşte bu şekilde bir tek ayette değişik üsluplar kullanılarak ilahi ilmin hakikatı kalplere yerleştiriliyor. Bu değişik üsluplar söz konusu gerçeği insanın kalbine daha derin biçimde yerleştiriyor. Bu üslupları kullanarak değişik yollardan ve mesafelerden insanın kalbine ulaşıyor.

Yüce Allah'ın her yerde hazır olduğu, her şeye şahid olduğu gerçeğinin böylesine etkileyici, ürpertici tablolar halinde verilerek derinlemesine insanın kalbine yerleştirilmesi, münafıkları tehdit edecek ayetlerin bir girişi niteliğindedir. Münafıklar Medine'de Hz. Peygambere ve müslüman topluluğa karşı oyunlar, komplolar tezgahlamak için aralarında gizli toplantılar yapıyorlardı. Ayrıca burada onların kuşku ve tereddüt içindeki hallerine hayret edilmektedir (Seyyid Kutub Tefsiri)

8. Görmedin mi şu adamları ki gizli gizli konuşmaktan menedildikleri halde yine o menedildikleri işe dönüyorlar; günah, düşmanlık, Elçiye isyan hususunda gizli gizli konuşuyorlar. Sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selamlamadığı bir tarzda selamlıyorlar ve kendi içlerinde de: "Bu dediğimizden ötürü Allah bize azab etse ya" diyorlar. Cehennem onlara yeter. Oraya gireceklerdir, ne kötü gidilecek yerdir orası![*]

Ayet-i Kerime gösteriyor ki ilk dönemlerde Hz. Peygamberin münafıklara karşı izlediği yol onlara öğüt verme, samimi olmalarını, doğru yola gelmelerini telkin etme, Medine'de yahudilerle birlikte ve onların yol göstermeleriyle planladıkları oyunlardan ve komplolardan sakındırma şeklindeydi. Ama onlar buna rağmen iğrenç bir tutum sergiliyor, gizliden oyun tezgahlamaya devam ediyor, müslüman topluluğun aleyhine birtakım karanlık planlar üzerinde çalışıyor, Hz. Peygamberin emirlerine karşı gelmek, O'nun ve samimi müslümanların aralarını bozarak, çabalarını boşa çıkarmak için başka yollar ve yöntemler kullanmaya. devam ediyorlardı.

Yine ayet-i kerimeden anlaşılıyor ki, onların bir kesimi selamlaşma için kullanılan cümleyi ağızlarında geveleyerek onu gizliden kötü bir anlama gelecek bir söz haline çeviriyorlardı: "Onlar sana geldiklerinde seni, Allah'ın selamlamadığı bir tarzda selamlıyorlar." Mesela yahudilerin dedikleri gibi "Essamu Aleyküm" diyorlardı. "Esselamu Aleyküm" demiş imajını vererek "sizlere ölüm" veya "siz de batın dininiz de batsın!" diyorlardı: Veyahut dış görünüşte güzel görünen fakat içteki anlamı çirkin olan başka sözler söylüyorlardı! Ve onlar bunları söylerken kendi içlerinde şöyle diyorlardı: Eğer o gerçek bir Peygamber olsaydı yüce Allah bu sözlerimizden dolayı bizi cezalandırırdı. Ya selamlaşma için kullandığımız sözlerden veya gizli olarak düzenlediğimiz toplantılar ve orada planladığımız hileler ve komplolardan dolayı bizi azaba uğratırdı.

Surenin gelişinden ve girişinden rahatlıkla anlaşılıyor ki yüce Allah onların kendi içlerinde söylediklerini, toplantıların ve komplolarında konuştuklarını Hz. Peygambere bildirmiştir. Daha önce surenin girişinde yüce Allah kocası hakkında Hz. Peygamber ile konuşan kadının konuşmasını işittiğini bildirmişti. Ayrıca üç kişinin gizli buluşup konuştuğu... her yerde kendisinin onların dördüncüsü olduğunu belirtmişti. Bu da gösteriyor ki yüce Allah onların tüm toplantılarında bulunan ve onların kendi içlerinde söylediklerinin hepsini bilen biri olarak peygamberini bu münafıkların tüm komplolarından haberdar etmiştir.

Onların bu eylemlerine Allah'ın şu sözleri ile cevap veriliyor: "Cehennem onlara yeter. Oraya gireceklerdir, ne kötü gidilecek yerdir orası. (Seyyid Kutub Tefsiri)

9. Ey inananlar, aranızda gizli konuştuğunuz zaman günah, düşmanlık ve Elçiye karşı gelme üzerinde konuşmayın; iyilik ve takva üzerinde konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun.[*]

Buradan anlaşılıyor ki, ruhları ve karakterleri islamın yaşam biçimi ile henüz bütünleşmemiş olan bazı müslümanlar işler çatallaştığında gizlice toplanıyor, bağlı bulundukları önderlikten uzak bir şekilde olayları aralarında tartışıyorlardı. Halbuki böyle bir eylemi islam toplumunun karekteri ve islami yapılanmanın özü kaldırmıyordu. Zira bu yapı bütün görüşlerin, bütün düşüncelerin ve bütün önerilerin her şeyden önce önderliğe sunulmasını ve cemaat içinde gruplaşmalara gidilmemesini gerektiriyordu.

Yine anlaşılıyor ki, bu tür gruplaşmalar ve kümelenmeler, bu işleri gizlice yürütürken kimseyi rahatsız etme amacını gütmeseler de birtakım rahatsızlıklara ve karışıklıklara neden oluyorlardı. Bu işlerle uğraşanların gündemdeki sorunları körüklemeleri ve bilmeden, ilerisini düşünmeden bu meselelerde sırf görüşlerini açıklamaları bile rahatsızlıklara ve itaatsizliklere neden olabilirdi.

İşte tam bu sırada yüce Allah onlara hitap ediyor. Kendilerini O'na bağlayan bağları ile onlara sesleniyor. Böylece çâğrının gücünü ve etkisini de arttırmış oluyor: "Ey iman edenler..: ' Gizli konuşmaları gerektiği durumda dahi günah, düşmanlık ve Peygambere karşı gelme gibi çirkin işlerden sakındırmak ve mü'minlerin gizli konuşabilecekleri, onlara yakışan konuları açıklamak için onlara böyle hitap ediyor: "İyilik ve takva üzerine gizli konuşabilirsiniz: ' Bunların hangi vasıtalarla elde edileceklerini ve onların nasıl yaşanacağını, gerçekleştirileceğini planlamak için oturup konuşabilirsiniz.,Ayet-i kerimede geçen "Birr" kavramı genel anlamı ile iyilik demektir. "Takva" ise, uyanıklık ve yüce Allah'ın gözetiminde olduğunun bilincinde olmaktır. Bunlar ise, iyilikten başkasını telkin etmezler. Ayrıca eninde sonunda kendisine dönecekleri ve işlediklerinin hesabını verecekleri Allah'tan korkmalarını hatırlatıyor. İnsanlar ne kadar gizleseler de, kapalı tutmaya çalışsalar da onların tüm yaptıklarını gözeten ve birbir kayda geçen Allah'a hesap vermekten kurtulamazlar.

İmam-ı Ahmed'in Behz ve Affan'dan, hammam'dan, Katade'den, Safvan ibni Mihraz'dan aldığı bir hadiste deniyor ki: Ben İbni Ömer'in elini tutmuştum. Birden karşısına bir adam çıktı ve Resulullah'ın kıyamet günündeki gizli konuşma hakkında ne söylediğini işittin mi? diye sordu. Abdullah dedi. ki: Hz. Peygamberin şöyle dediğini işittim: "Yüce Allah mümine yaklaşır. Onu himayesine alır. İnsanlardan uzaklaştırır. Ona bir bir günahlarını ikrar ettirir. Ona der ki: Bu günahı nerede işlediğini biliyor musun? Şu günahı ne zaman işlediğini hatırlıyor musun? Falan günahı nasıl işlediğini biliyor musun? Ona tek tek tüm günahlarını itiraf ettirir. Artık orada mü'min mahvolduğunu zanneder, yüce Allah buyurur: Sen bu günahları dünyada işlerken ben onları gizledim. Bugün ise onları bağışlıyorum. Sonra da adama iyiliklerinin kitabı verilir. Kafirlere ve münafıklara gelince şahidler: İşte Rabblerine karşı yalan uyduran, O'nun mesajını yalanlayanlar bunlardır, derler. İyi bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerindedir." (Buhari, Müslim) (Seyyid Kutub Tefsiri)

10. (Günah, düşmanlık ve elçiye karşı gelmek için yapılan) gizli konuşma şeytan işidir. O, bunu, inanıp güvenenleri üzmek için yapar. Oysa Allah’ın onayı olmadan onlara hiç bir kötülük yapamaz. İnanıp güvenenler sadece Allah’a dayansınlar.[*]

Müminler yalnız Allah'a dayanırlar. Bunun ötesinde dayanak olmaz zaten. Müminlerin Allah dışında dayanacakları kimse de yoktur.

Hz. Peygamberin kuşku uyandıracak, güveni sarsacak ve huzursuzluk yaratacak durumlarda gizli konuşmayı yasaklayan sözleri de vardır:

Buhari ve Müslim'de A'meş kanalı ile Abdullah ibni Mes'ud'dan gelen bir hadis yer almaktadır. Abdullah diyor ki: Hz. Peygamber:

"Üç kişi olduğunuzda iki kişi diğer arkadaşlarından ayrı olarak fısıldaşmasın. zira bu hareket onu üzer."

Bu yüce bir ahlâk ilkesidir. Aynı zamanda her tür şüpheyi ve tereddüdü ortadan kaldırmak için alınmış ustaca bir önlemdir. Özel yahut genel bir konuda bir sırrı veya ayıbı gizlemeye gelince bu konuda gizli ve kapalı olarak görüşmede bir sakınca yoktur. Bu genellikle cemaatin sorumlu olan yöneticileri arasında meydana gelir. Cemaatten habersiz ayrı bir kümelenmeye gitmek caiz (doğru) değildir. İşte Kur'an-ı Kerim'in ve Hz. Peygamberin yasakladığı şey de budur. Cemaatı dağıtabilecek, safları arasında kuşku ve güvensizliği uyandırabilecek eylem de budur. Mü'minleri üzmek için, şeytanın planladığı da bundan başkası değildir. Yüce Allah'ın sözü kesindir. Şeytan bu yolla inanmış topluluğa dilediğini yapamayacaktır. Çünkü bu topluluğun koruyucusu ve kollayıcısı yüce Allah'tır ve O, her gizli konuşmanın başında gözeten ve hazır olandır. Orada planlanan her hileyi, tuzağı ve komployu en iyi bilendir. Ve şeytan asla mü'minlere zarar veremeyecektir: "Ancak Allah'ın izin vermesi hariç". Bu koruma ilkesine yönelik bir istisnadır. Söz verilen ve kesinlik arzeden her yerde bile yüce Allah'ın iradesinin sınırsızlığı ve özgürlüğü vurgulanmaktadır. Böylece O'nun iradesi verilen söze ve kesinliğe rağmen özgürlüğünü korumaktadır.

"Mü'minler Allah'a dayanıp güvensinler." Koruyan ve savunan, güç ve üstünlük sahibi olan, her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan, hiçbir zaman ayrılamayan, hazır şahid olan O'dur. Evrende yalnız O'nun dediği olur. O ise müminleri koruyacağına söz vermiştir. Bundan öte teminat ve bundan daha büyük huzur verici, kesin kanaat oluşturucu söz olur mu? (Seyyid Kutub Tefsiri)

11. Ey iman edenler! Size, "Meclislerde yer açın!" dendiğinde, yer açın ki, Allah da sizin için genişlik sağlasın. "Kalkın!" dendiğinde de kalkın ki, Allah, içinizden inananlarla kendilerine ilim verilmiş olanların derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
12. Ey inananlar, siz Elçi ile gizli konuşacağınız zaman bu gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin.[*] Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, Allah Gafûr'dur; bağışlayandır, Rahîm'dir; ikramda bulunur.

Allah'ın Elçisi(s.a.v.)in meclisinde bazı kişiler, gerekli gereksiz, onunla gizli konuşuyor, herkesin yanında onunla fısıldaşıyorlardı. Allah'ın Elçisi , özellikle zenginlerin çok yaptığı bu işten sıkılıyor, fakat incitmemek için kimseye bir şey demiyordu. İşte inen bu âyet, bu tür konuşmayı şarta bağlayıp kısıtladı. Böylece konuşma ihtiyacında olan öyle konuştu. Verilmesi gereken sadaka, sadece fakîrlere verilirdi. Fakat aradan çok zaman geçmeden inen müteâkib âyet, bu hükmü hafifletmiştir. Esasen âyetin "Bulamazsanız Allah bağışlayandır, esirgeyendir" cümlesi, bu emrin gereklik değil, nedb bildirdiğini, yani gizli konuşmadan önce bir sadaka vermenin daha iyi olduğu anlamına geldiğini gösterir. Bu hükmü uygulamak evlâdır, fakat uygulamamakta da bir sakınca yoktur. Bundan dolayı âyetler arasında nesih söz konusu değildir. Rivâyete göre bu hükmü uygulayan tek kişi, Hz. Alî'dir. (Süleyman Ateş Tefsiri)

13. (Elçi ile) özel görüşme talebinizden önce, sadaka türü bir şeyler vermekten dolayı sizde şafak attı, öyle mi? Hemen belli oldu bunu yapamayacağınız ve Allah sizin pişmanlığınızı kabul etti:[*] haydi artık namazı hakkını vererek kılın, zekâtı gönlünüzden gele gele verin, Allah’a ve Rasulüne itaat edin: zira Allah yaptıklarınızdan ayrıntısıyla haberdardır.

Özel görüşme sadakası, bu sadakayı vermeyecekleri gün gibi ortada olan münafıkları deşifre etmeyi amaçlıyordu. Yöntem o kadar etkili oldu ki, amaç kısa zamanda gerçekleşti. Zira para söz konusu olunca, ilk geri duran münafıklar oldu ve bu da emrin amacının gerçekleştiği anlamına geliyordu. Dolayısıyla bu âyeti bir önceki âyetin hükmünü iptal eden (nâsih) âyet gibi algılamak bir âyetin hükmünü geçersiz ilan etmek (mensuh) demeye geldiği için tehlikeli, o âyetin getirdiği muhteşem terbiyeyi önlediği için zararlı, Allah’ın bir emrine “kadük” muamelesi yapıldığı için vebaldir. Zira bu âyetin emri, benzer durumlarda dün nasıl geçerliyse bugün de öyle (belki daha fazla) geçerlidir. Zira çok önemli görevler ve sorumluluklar üstlenen kimselerin mesaisinin, gerekli gereksiz, yerli yersiz çalınması geçmişte kalan bir durum değildir. Böylesi bir durumda bir âlimin, mesaisini özel görüşme ile alacak birine “şu eseri oku, şunları şunları yap, şu şu sorumluluklarını yerine getir” şartı koşması, bu âyetin maksadıyla uyumludur. Aynı şey görev ve sorumlulukları ağır yetkililer için de geçerlidir. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

BÖLÜM 3
14. Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler ne de onlardan. Bile bile yalan yere yemin ediyorlar.[*]

Burada gazaba uğrayan toplum, müminlerle Yahudiler arasında söz taşıyıcılığı yapan, inananların sırlarını Yahudilere taşıyarak Müslümanların zayıf düşmesi için gayret gösteren münafıklardır. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

15. Allah onlar için çok ağır ceza hazırladı. Çünkü yaptıkları çok kötü bir şeydi.
16. Onlar yeminlerini kalkan olarak kullanıp (insanları) Allah'ın dininden alıkoydular. Bunun için onlara alçaltıcı bir azap vardır.
17. Onların malları da çocukları da Allah(’ın azabına karşı) kendilerine hiçbir şeyde asla yarar sağlamayacaktır. İşte onlar ateş halkıdır; onlar orada [ebedî] kalacaklardır.
18. Allah onları, kabirlerinden kaldırdığı gün, ellerinde bir şey kaldığını sanarak size ettikleri yemin gibi Allah’a da yemin edeceklerdir. Dikkatli olun, onlar yalancı kimselerdir.
19. Şeytan, onları etkisi altına almış ve Allah’ın Zikrini (Kitabını) unutturmuştur. Onlar, şeytandan yanadırlar. Dikkatli olun; umduğunu bulamayacaklar şeytandan yana olanlardır.
20. Allah’a ve elçisine sınır çizenler[*] var ya; işte onlar iyice alçalacak olanlardandır.

Allah’ın ve Elçisinin her konuda söz sahibi olamayacağını söyleyen. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

21. Allah: "Elbette ben ve elçilerim galib geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah Kavî'dir; çok güçlüdür, Azîz'dir; her işin üstesinden gelir.
22. Allah’a ve Ahiret Gününe inanıp güvenen bir topluluğun, Allah’a ve elçisine sınır koyanlarla karşılıklı sevgi bağı içinde olduklarını göremezsin. Onlar (sınır koyanlar), bunların (müminlerin) babaları, oğulları, kardeşleri veya içinde yaşadığı toplum da olsalar (bu durum) değişmez. Allah’ın kalplerine imanı yerleştirdiği, kendinden bir ruh (bir bilgi) ile desteklediği ve içinden ırmaklar akan bahçelere, hiç ölmemek üzere koyacağı kimseler onlardır. Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdır. Onlar, Allah’tan yanadırlar. Dikkatli olun; umduklarına kavuşanlar Allah’tan yana olanlardır.