MERYEM SURESİ

İniş Sırası: 44 • Mushaf Sırası: 19 • Mekki Sure • 98 Ayettir

İbrahim aleyhisselam devrinde halk ilahlarının heykellerini yapıp onlara saygı gösterirdi. Bugün benzer bir tabloyu Budizm'de, Budistlerin heykellerine saygı gösterirken görüyoruz.

Bu kitapta İbrahim’i de anlat. O, özü sözü doğru biri ve bir nebî idi. Hani o babasına "Ey babacığım!" demişti, "Niçin işitmeyen, görmeyen ve senden hiçbir bir zararı def edemeyen şeylere kulluk ediyorsun? Babacığım! Doğrusu sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy, seni doğru yola eriştireyim. Babacığım, şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan Rahman’a isyan etmişti. Babacığım, ben sana Rahmân’dan bir azâbın dokunmasından korkuyorum. O zaman, şeytânın dostu olursun." Babası, "Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!" dedi. (Meryem 41-46 )

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.
2. Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyya’ya olan ikramının anlatımıdır.
3. O, Rabbine gizli bir seslenişle yalvarmıştı.
4. Şöyle demişti: "Ey Rabbim! Doğrusu, artık kemiklerim gevşedi, saçlarım ağardı. Ama şimdiye kadar, ey Rabbim, Sana yönelttiğim duada cevapsız bırakıldığım hiç olmadı.
5. Ve gerçek şu ki ben, benden sonra yakınlarımın (yerimi doldurabileceğinden) kaygı duyuyorum; üstelik kadınım da kısır: öyleyse, bana kendi katından yerimi dolduracak ehil bir takipçi ver;
6. Bana ve Yakub ailesine mirasçı[*] olsun. Rabbim, onu razı olduğun birisi kıl."

Zekeriyya aleyhisselamın çocuğu olmadığı için kendine ve Yakup hanedanına mirasçı olacak birini istemesi, o kişinin kendi görevini sürdürecek özellikte olmasını istediğini göstermektedir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

7. [Bunun üzerine melekler o’na seslendiler:] “Ey Zekeriya, ismi Yahya olan bir oğul müjdeliyoruz sana. [Ve Allah şöyle buyuruyor:] ‘Daha önce hiç kimseye bu ismi vermemiştik.’”[*]

Lafzen, “Daha önce hiç kimseyi o’na adaş kılmadık” -Yahyâ ismi, “o yaşayacak”, yani, manevî erdemleriyle hep canlı ve diri kalacak, her zaman hatırlanacak demektir; bu ismin o’nun için Allah tarafından bizzat seçilmesi ilahî söze/vaade (kelime, karş. 3:39 hk. 28. not) eş değer müstesna bir paye idi. (Muhammed Esed Tefsiri)

8. "Ey Rabbim! Benim nasıl oğlum olur ki? Karım kısırdır, bense yaşlılığın son sınırına vardım."[*]

Yani “Ben genç ve delikanlı iken de karım kısırdı, o zaman da çocuk sahibi olmanın iki sebebinden biri yerine gelmediği için çocuk sahibi olamamıştım, şimdi çocuk sahibi olmanın her iki sebebi de yerine gelmediği zamanda mı çocuk sahibi olacağım?!”

Şayet “Kendisi yaşlı, karısı da kısır olduğu halde neden önce çocuk talep etmiş de talebine olumlu karşılık verilince bunu yadırgamış ve garip karşılamıştır?” dersen şöyle derim: Kendisine verilmiş olan bu cevabı almak, böylece müminlerin yakînlerinin artması ve inançsızların önünün kesilmesi için sormuştur. Yoksa Zekeriya Aleyhisselâm’ın inancı başlangıçta da, sonrasında da aynı minval üzere olup Allah’ın sebeplere muhtaç olmadığı istikametindedir. (Zemahşeri Tefsiri)

9. (Melek): "Öyledir (ama)" dedi, "Rabbin diyor ki: "Bu benim için kolaydır; zira daha önce seni de Ben yaratmıştım, oysa ki sen hiçbir şey değildin!"
10. "Rabbim" dedi, "bana bir delil göster." "Sıhhatin yerindeyken" dedi, "tam üç gece[1*] insanlarla konuşamayacaksın,[2*] işte bu, sana delildir."

[1*] Al-i İmran 3/41. ayette “üç gün” ifadesi geçtiği için ikisi birleşince üç gün üç gece olur.

[2*] "Konuşamaması, bu göstergeyi kendisi için istemesinden dolayıdır. Buraya "konuşmama" şeklinde meal verilemez, çünkü konuşmama, insanın elindedir. Gösterge olması için istediği halde konuşamaması gerekir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

11. Nihayet (bir gün konuşamayınca) mihrabdan[1*] kavmine karşı çıktı da onlara "Sabah ve akşam (Rabbinizi) tesbih edin" diye işaret etti.[2*]

[1*] Mihrâb: o dönemdeki mabetlerde, kendini ibadete adamış ruhban sınıfının ibadet için inzivaya çekildikleri, çok basamaklı bir merdivenle çıkılan çilehane vari mekân. Genellikle mabedlerin kemerli duvarlarının içerisine gizlenmiş olarak inşâ edilirdi (Krş: 38:21). Bu ibâre ‘Zekeriyya, hücresinden, ibadet için mabede toplanmış insanların huzuruna çıkarak…’ şeklinde anlaşılmalıdır.

[2*] Hz. Zekeriyya’nın işaret diliyle konuşması hangi mesajı vermektedir? İki ihtimalden birincisi şu: mabette din hizmetlisi olan Hz. Zekeriyya, ibadet yaptırdığı insanlara bu üç gün zarfında kendisinin görevde bulunmayacağını, ibadetlerini kendisi olmadan eda etmeleri gerektiğini söylüyor. Bu Kur’an’da gördüğümüz her açıdan sorumlu ve görevine ölümüne sadık Hz. Zekeriyya karakteriyle uyumlu değildir. İkincisi de şu: Konuşamamasına rağmen görevini aksatmayacağını, fakat konuşamama sorununu işaret diliyle aşıp görevini yapmaya çalışacağını söylüyor. Bu ikinci ihtimale göre mesaj göreve sadakat ve sorumluluk bilincidir. Muhtemelen bu, Hz. Zekeriyya’nın kendi tercihi olmalıdır. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

12. (Çocuk büyüyünce dedik ki:) “Yahya, Kitab’a sıkı sarıl!” Zaten daha çocukken ona hikmeti / doğru karar verme yeteneğini vermiştik.
13. Hem de katımızdan bir merhamet ve (günahlardan) paklık verdik, o çok takva[*] sahibi idi.

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)

14. Ana babasına iyilik ederdi, zorba ve âsî de değildi.
15. Ve esenlik ona[*] doğduğu gün, öldüğü gün ve diriltilerek kabrinden çıkarılacağı gün.

Buradaki ayetler, bazı İncillerde yer alan, Yahya aleyhisselamın öldürüldüğü iddialarının (Matta 14/3-12, Markos 6/17-29) gerçek dışı olduğunu gösterir. Allah’ın ona verdiği Yahya ismi (Meryem 19/7), bunun ilk delilidir. Yahya, yaşayan kişi anlamındadır. Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan sözdür (Müfredat). İkinci delil de bu ayette, doğduğu gün, öldüğü gün ve yeniden diriltileceği gün tam bir esenlik ve güvenlik içinde olacağının bildirilmiş olmasıdır. Doğumundan ölümüne kadar güven içinde olacağı bildirilen ikinci kişi, İsa aleyhisselamdır (Meryem 19/ 33). Halbuki Yahudiler, İsa aleyhisselamı da öldürdüklerini söylerler (Nisa 4/157). Hıristiyanlar da sistemlerini, onun çarmıha gerilip defnedilmesinden üç gün sonra kabrinden çıkarak Celile’de 11 havarisine gö­ründüğü iddiası üzerine kurarlar (Matta 28/16–20). İncil, Allah’ın İsa aleyhisselama indirdiği kitaptır (Maide 5/46). Onun ölümünden sonrası ile ilgili sözler İncil’e ait olamaz. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

BÖLÜM 2
16. Bu kitapta Meryem’i[1*] de anlat.[2*] Bir gün ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmiş,

[1*] Kur’an’da övgüyle anlatılan başka hiçbir kadın adıyla anılmaz. Çünkü Arap kültüründe saygın makamlarda cariye dışında hür ve saygın kadınlar adlarıyla anılmazdı. Kur’an hem ona ve oğluna yapılan iftirayı red, hem de Roma’nın erkek egemen kültürüne bir cevap olsun için Hz. Meryem’i adıyla anar. Belki de Allah Rasûlü’nün Hz. Meryem hakkındaki büyük övgü ve iltifatları, onun ismiyle anılmasının yukarıdaki arka plandan beslenen Arap tasavvurunda uyandırması muhtemel olumsuz imajı izale etmeyi amaçlıyordu.

[2*] Lafzen: “an”. Bu anma emri, hiç şüphe yok ki gündeme taşıma amacına yönelik bir emirdir. Hem kendi gündemine, hem ilk muhatapların gündemine, hem de tüm zaman ve zeminlerdeki muhatapların gündemine. Zira gündeme taşınması istenen şahsiyet tarihî bir figür değil, tüm zamanlarda geçerli değerler olan iffet ve adanışın sembolüdür. Özünde taşınması emredilen Meryem’in şahsı değil şahsiyetidir. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

17. onlarla kendi arasına bir engel koymuştu.[1*] Derken Ruhumuzu (Cebrail’i) gönderdik, ona tam bir beşer gibi gözüktü.[2*]

[1*] Belli ki, rahatsız edilmeden kendini bütünüyle dua ve tefekküre vermek için. “Doğu yönünde bir yer”, İbni Kesîr’in de belirttiği gibi, mümkündür ki, Mâbed’in doğu yanında, annesinin Hz. Meryem’i hizmetine adadığı bir bölümü, bir hücreyi işaret ediyor (karş. 3:35-37). .

[2*] Rûh çoğu zaman, 2. sure 71. notta ve 16. sure 2. notta belirtildiği gibi, “vahiy” ya da “ilahî esin” anlamında kullanılmaktadır. Bunun yanında, seyrek de olsa bazan, bu vahyi ya da esini Allah’ın seçtiği kimseye ulaştıran aracıyı, bir başka deyişle meleği (ya da melekî gücü) işaret için kullanılmaktadır. 6:9’da îma edildiği gibi, ölümlü varlıklar bir meleği kendi gerçek heyeti ya da tezahürü içinde algılayamayacakları için, Allah onu Hz. Meryem’e “eli yüzü düzgün bir insan”, yani, kolay algılayabileceği bir kılık içinde göstermiştir. Râzî’ye göre, meleğin rûh tabiriyle ifade edilmesi, bu kategorideki varlıkların, fiziksel ya da bedensel unsurlardan uzak, sırf ruhanî yahut manevî bir mahiyet taşıdıklarını göstermektedir. (Muhammed Esed Tefsiri)

18. “Senden Rahman'a sığınırım. Eğer takva sahibi isen” dedi.[*]

"Benden uzak dur", dedi. (Erhan Aktaş Tefsiri)

19. (Cebrail:) “Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim” dedi.
20. (Meryem): “Benim nasıl bir oğlum olabilir ki?” dedi; “Bana hiçbir erkek eli değmedi, üstelik ben iffetsiz bir kadın da değilim!”[*]

Kur’ân-ı Kerim Hz. Meryem’in bakire, yani hiçbir erkek ile evlilik ilişkisi olmadığını bildirir. Mevcut Încîllere göre Yusuf, Meryem’i eş olarak aldı. Yalnız Hz. Îsa dünyaya gelinceye kadar onunla birleşmedi (Matta 1,24 - 25). Încîl’e göre İsa’nın Hz. Meryem’den doğan Yâkub, Şem’un ve Yahuda isimli erkek ve ayrıca kızkardeşleri vardı (Matta 13,55). (Suat Yıldırım Tefsiri)

21. (Cebrail:) ‘Evet öyle’ dedi. Ama Rabbin dedi ki: ‘O bana kolaydır, onu insanlar için bir ayet / gösterge ve katımızdan bir ikram kılacağız.’ Bu, karara bağlanmış bir iştir.”
22. Sonunda ona gebe kaldı ve onunla uzak bir yere çekilip gitti.
23. Bir süre sonra doğum sancıları tutunca bir hurma ağacının altına sığınmak zorunda kaldı ve "Keşke, daha önce ölmüş ve hafızalardan silinmiş olsaydım" dedi.[*]

Bu âyet, özellikle Hz. Meryem’i insanüstüleştirmeye karşı alınmış bir tedbir gibidir. Onun da her kadın gibi çocuğunu doğal bir biçimde sancılı bir doğumla dünyaya getirdiği dile getirilmektedir. Bu vurgu, kilisenin çok sonraları Meryem’i beşerî kimliğinden soyutlayıp teslise dördüncü bir unsur olarak ekleyen tavrına zımnî bir cevap olsa gerektir. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

24. Bunun üzerine (Cebrail) ağacın altından ona şöyle seslendi: "Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı.
25. Hurmanın dalını kendine doğru silkele, üzerine olgun hurmalar dökülsün."[*]

Hurma, içeriğindeki oksitosin sayesinde rahim ağzını uyarır. Kaslara uyarıcı etkide bulunması doğumu kolaylaştırır. Hatta doğumun başlamadığı zamanlarda suni sancı denen yapay oksitosin verilerek anne doğuma başlatılır. Bu içerik hurmada oldukça yüksektir. Bu ayete göre İsa aleyhisselamın doğumu hurmaların hasat zamanındadır. Filistin'de hurma hasadı Ağustos - Eylül aylarındadır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

26. Ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen: "Ben Rahmân için (susma) oruc(u) adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım" de.[*]

“Oruç” yani sessizlik orucu. Nitekim İbn Mes‘ûd mushafında bu ifade samten (sessizlik orucu) şeklindedir. Enes b. Mâlik’ten de benzer bir okuyuş nakledilmiştir. Samten kelimesinin “oruç” anlamına geldiği, ancak İsrail oğullarının oruç tutarlarken konuşmadıkları da söylenmiştir. Peygamber (s.a.) ise konuşmama orucunu yasaklamıştır [Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 9. Benzer lafızlarla], çünkü bu oruç onun ümmetinde neshedilmiştir. Allah Teâlâ Hazret-i Meryem’e, kendisini suçlayan kimselerle konuşmaya girişmemesi için, sessizlik orucu tutmasını emretmiştir. Bunun iki mânası vardır. İlkine göre İsa Aleyhisselâm onu temize çıkarma konusunda yeterli konuşmayı yapacak, onun konuşmasına gerek bırakmayacaktır. İkincisine göre ise sebep, beyinsiz kimselerle tartışmaya girmenin hoş olmamasıdır. Burada, beyinsiz kimseler karşısında susmanın vacip olduğuna delil vardır. İnsanların en zelil olanı, kendisi ile aynı seviyeye düşmüş bir rakip bulamayan beyinsiz kişidir. Söylendiğine göre Hazret-i Meryem onlara, sessizlik orucu tuttuğunu işaretle bildirmiştir. (Zemahşeri Tefsiri)

27. Ve bir süre sonra, çocuğuyla beraber, kavmine döndü. "Ey Meryem!" dediler, "Sen, gerçekten, tuhaf bir iş yaptın!
28. "Ey Hârûn’un kızkardeşi,[*] baban kötü bir adam değildi, annen de fâhişe değildi (sen ne yaptın böyle) ?"

Hz. Meryem’in yaşadığı zamanda -bugün bile hala örneklerine şahit olduğumuz- kişinin ismi zaman zaman geldiği soyun geçmiş büyüklerinden birinin ya da ilk atası olarak bilinen kimsenin adıyla alınırdı. Hz. Meryem de geldiği soyun büyüklerinden ve meşhurlarından olan Harun ismindeki zatın ailesine mensubiyetinden dolayı çoğu zaman “Harun’un kız kardeşi” olarak çağrılıyordu. Yani bu ifade “Harun ailesine” mensubiyetten kinayedir. Meryem’in teyzesi olan Hz. Zekeriya’nın karısı Elisa da “Harun’un bacılarından biri” olarak anılırdı. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

29. Bunun üzerine Meryem, eli ile oğlunu göstererek onunla konuşmalarını önerdi. Onlar da "Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz?" dediler.
30. Bebek şöyle dedi: “Ben Allah’ın kuluyum. O, bana Kitab’ı verdi[*] ve beni nebi yaptı.

Ona kitap verilmesi, kitaba ait bilgilerin ana rahmindeyken öğretilmesidir. İsa (a.s.) da Tevrat’a uymakla sorumludur (Al-i İmran 3/48); ancak ona, İsrailoğullarına haram kılınmış bazı yiyecekleri helal kılma görevi verilmiştir (Âl-i İmran 3/51). Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Yahudilere (sığır ve davar hariç) tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve davarların da sırtlarına ve bağırsaklarına yapışık olanlar ile kemiklerine karışanlar hariç iç yağlarını haram kıldık. Bu, (batıl yolla) üstünlük kurma çabalarına karşılık onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğruyu söyleriz.” (En’âm 6/146) Tevrat’a göre de Yahudiler, karada yaşayan hayvanlardan sadece çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirenleri yiyebilirler. Çatal tırnaklı olmayan deve, yaban faresi ve tavşan ile geviş getirmeyen domuz haramdır. Karada yaşayan gelincik, fare, kara kurbağası türleri, kirpi, bukalemun, kertenkele türleri, salyangoz ve köstebek gibi küçük canlılar da haramdır. (Bkz. Levililer 11, Tesniye 14) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

31. Nerede olursam olayım beni insanlara faydalı kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti.
32. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.[*]

Beşikteki çocuğun bir görev ve sorumluluğu olamayacağı için geçmiş zamanı gösteren fiillere gelecek zaman anlamı verilmiştir. Arap dilinde bu tür kullanımlar yaygındır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

33. Esenlik bana doğduğum gün, öleceğim gün ve tekrar dirilip kabirden çıkacağım gün."[*]

İsa aleyhisselama, öldüğü gün esenlik ve güvenlik içinde olacağını söyleten Allah Teala’dır. Düşmanlarının onu öldürme planlarını, boşa çıkarmıştır (Al-i İmran 3/54-55, Nisa 4/157). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

34. İşte, Meryem oğlu İsa böyleydi. Hakkında kuşkuya düştükleri[*] konunun gerçeği budur.

Lafzen, “hakkında şüpheye düştükleri”, yahut “hakkında [boş yere] tartıştıkları”: Yahudilerin, o’nun “sahte bir peygamber” ve gayrimeşru bir birleşmenin utanç verici bir mahsulü olduğu yolundaki iddialarından (karş. 4:156) başlayarak, Hristiyanların o’nun “Allah’ın oğlu” ve dolayısıyla “Allah’ın insanda tecessümü” olduğu yolundaki inançlarına varıncaya kadar, Hz. İsa’nın doğası ve menşei hakkında ileri sürülen gerçek dışı ve çelişik görüşlere ilişkin bir atıf. (Muhammed Esed Tefsiri)

35. Çocuk edinmek Allah`a yaraşmaz. O, yücedir. Bir işe hükmederse, ona “ol” der, o da oluşmaya başlar.
36. Ve (İsa`nın tek dediği şudur): "Hiç şüphe yok ki benim de sizin de Rabbiniz Allah`tır. Şu halde yalnız O`na kulluk edin: budur dosdoğru yol!"
37. Buna rağmen mezhepler kendi aralarında ayrılığa düştüler. O halde, büyük bir günün sorgusunda (yaşayacaklarından) dolayı, inkarda direnen o kimselerin vay hallerine!
38. Ne güzel işitirler ve ne güzel görürler Bize geldikleri gün! Fakat bugün o zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler.
39. (Resûlüm!) Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar. Çünkü onlar bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken (bakarsın) iş olup bitmiştir.
40. Oysa, [o Gün er geç gelip çatacak ve] yeryüzü ve onun üzerinde yaşayanlar geçip gittikten sonra yalnızca Biz kalacağız; ve [o zaman] onların hepsi Bize dönecekler.
BÖLÜM 3
41. Bu kitapta İbrahim’i de anlat.[*] O, özü sözü doğru biri ve bir nebî idi.

Kur’an’ın nüzul sürecinde Hz. İbrahim kıssasının yer aldığı ilk sûre budur. Burada kâfir babayla ilişki kesme, Şu’arâ’da akıl yürüterek doğruyu bulma, En’âm’da “batanları sevmem” diyerek Hâlık ile mahluku ayırma, Sâffât’ta oğlunu kurban etme, Nahl’de uyulacak örnek olma, İbrahim’de Mekke ve Kâbe’ye çağırma, Enbiya’da ateşle sınanma, Ankebût’ta Lût kıssası bağlamlarında yer alır. Bu bağlamların tümü de, vahyin ilk muhataplarının durumlarıyla bire bir alâkalıdır. Hiç biri diğerinin tekrarı değildir. Hz. İsa merkezli önceki bölümle Hz. İbrahim merkezli bu bölümün ortak noktası Allah tasavvurunun ve tevhid inancının inşâsıdır. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

42. Hani o babasına "Ey babacığım!" demişti, "Niçin işitmeyen, görmeyen ve senden hiçbir bir zararı def edemeyen şeylere kulluk ediyorsun?[*]

Bak, İbrahim Aleyhisselâm, babasının içinde bulunduğu ‘aptallığın dibi’ denebilecek kadar büyük bir hata ve çirkin bir iş hakkında; aklın emrine isyan ve doğruyu yanlıştan ayırt etme özelliğinden büsbütün uzaklaşma niteliğindeki o büyük günah konusunda babasına nasihat edip öğüt vermek istediği zaman, sözü nasıl da en güzel uyum içerisinde sıralamış, en dengeli, zarif ve titiz ifadeleri seçmiş; bununla birlikte lütuf, incelik, yumuşaklık, güzel edep, güzel ahlâk ve güzel muamele gibi özellikleri sözünde barındırmış; bütün bunlarla süslediği sözlerinde babasına Yüce Rabbinin (şu) nasihati doğrultusunda öğüt vermiş… Ebû Hureyre’nin rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuş: “Allah Teâlâ İbrahim Aleyhisselâm’a şöyle vahyetmiştir: Sen benim dostumsun, kâfirlere karşı bile güzel ahlâklı ol ki iyilerin girdiği yere giresin. Zira benim şu hükmüm, ahlâkını güzelleştiren kimseler için ezelde takdir olunmuştur: Ahlâkını güzelleştireni Arş’ımın gölgesinde gölgelendirir, Cennet’e yerleştirir ve civarıma yaklaştırırım.”

İşte, İbrahim Aleyhisselâm da önce babasından bu hatasının sebebini söylemesini talep etmiş, bu taleple onun hatada ısrarına dikkat çekmek, ne kadar aşırı derecede hatalı olduğu konusunda onu uyandırmak istemiştir. Çünkü bir mabut, ödüllendirme ve cezalandırma kudretine sahip, fayda ve zarar verebilen, temyiz kabiliyetine sahip canlı, işiten, gören bir varlık bile olsaydı, yaratılmışların bir kısmı onu ibadet edilmeye lâyık gören ve ona Rab’lık vasfı yükleyen kişilerin aklını küçümseyebilir, onların apaçık bir azgınlık ve büyük bir zulüm içinde olduklarını tescil edebilirdi. Bu mabut, melekler ve peygamberler gibi mahlûkatın en şereflisi ve üstünü bile olsa… Allah Teâlâ “(Allah’ın kitap verdiği bir kişinin) size, ‘melekleri ve peygamberleri Rab olarak benimsemenizi emretmesi’ de olacak şey değildir! Siz (Allah ve dinine) teslimiyet gösterdikten sonra, hiç inkâr etmeyi emredebilir mi size?!” [Âl-i ‘İmrân 3/80] buyurmuştur. Zira ibadet, tazimin zirve noktasıdır ve nimet vermenin en üst derecesinde olan Zat’tan başkası ibadete lâyık değildir, yani yaratıp rızık veren, öldüren, dirilten, ödüllendiren, cezalandıran, bütün nimetlerin kökleri ve dalları kendisinden sadır olan Varlık’tan (Allah) başkası. İbadet O’ndan başkasına yöneltilirse –ki bu sıfatların O’ndan başka bir varlıkta bulunmasından Allah münezzehtir- bu ancak zulüm, azgınlık, küstahlık, nankörce ve bile bile inkâr etmek, aydınlık yoldan çıkıp bozuk, karanlık yola sapmak anlamına gelir. [Mabudun “canlı…” olması durumunda bile böyle;] bir de kulluğunu his ve şuur sahibi bile olmayan cansız varlıklara yönelten birinin durumu nedir, var sen düşün! Ey böyle bir varlığa kulluk eden kişi! Kulluk ettiğin şeyin, senin yardım taleplerine cevap verip başındaki belaları savmasını ya da imdadına yetişip bir ihtiyacını gidermesini bırak, daha senin kendisini zikrettiğini, ona senada bulunduğunu bile işitmez, karşısında nasıl boyun büküp huşû içinde durduğunu bile görmez! (Zemahşeri Tefsiri)

43. Babacığım, sana ulaşmayan bir ilim geldi bana, ne olur bana tabi ol da seni dümdüz bir yola çıkarayım.[*]

Sonra, ikinci olarak; lütuf ve şefkat göstererek babasını hakka davet etmiş, bu çağrısında babasını kara cahil olarak nitelemediği gibi kendisini de çok üstün bir âlim olarak nitelememiştir; sadece, “Bende sende olmayan türden bir bilgi demeti var, dosdoğru yolu gösteren bir bilgi. Bu yüzden yüksünme, kabul et ki ben ve sen bir yolda ilerliyoruz ve senin elinde değil de benim elimde meşale var. Dolayısıyla, gel bana tâbi ol da seni yolu şaşırıp kaybolmaktan koruyayım” demiştir. (Zemahşeri Tefsiri)

44. Babacığım, şeytana kulluk etme![*] Çünkü şeytan Rahman’a isyan etmişti.

Sonra, üçüncü olarak; onu bulunduğu halden vazgeçirmek için “Senin elindeki bütün nimetlerin sahibi olan Rahman sıfatına sahip Rabbine isyan etmiş olan şeytan hem senin, hakkında sana ancak her türlü helâk, rezillik, ceza ve perişanlıktan başka bir şey istemeyen düşmanındır hem de senin baban Âdem’in ve onun bütün evlatlarının, yani senin tüm hemcinslerinin düşmanıdır. Seni bu sapkınlığa batıran, sana bunu emreden, cazip gösteren odur. Eğer dikkatle bakar ve düşünürsen şeytana ibadet ettiğini görürsün.” demiştir. Ancak İbrahim Aleyhisselâm son derece ihlas sahibi olduğu ve rabbanî himmeti çok yüce olduğu için, şeytanın iki büyük hatasından sadece Yüce Allah’a isyan ve kibirlenme konusuyla ilgili olanı zikretmiş, onun Âdem ve zürriyetine olan düşmanlığını zikretmemiştir. Adeta onun bu konuda işlediği günahın büyüklüğüne bakmak, bunu düşünmek bütün aklını fikrini meşgul etmiş, zihnini kaplamış gibi konuşmuştur. (Zemahşeri Tefsiri)

45. Babacığım, ben sana Rahmân’dan bir azâbın dokunmasından korkuyorum. O zaman, şeytânın dostu olursun."[*]

Ardından, dördüncü olarak; onu kötü akıbetle, başına gelecek ceza ve vebal ile korkutmuştur ki bu ifade tarzı da ‘güzel edep’ özelliğinden âri değildir. Çünkü burada cezanın onun başına muhakkak geleceğini, azaba duçar olacağını Uğramak, yakalanmak, tutulmak. açık açık ifade etmemiş, bunun yerine “Sana bir azabın dokunmasından korkarım.” demiştir. Korkma ve dokunma kelimelerini kullanıp azap kelimesini nekire (belirsiz) olarak kullanmış, şeytanın dostluğunu, onun dost ve taraftarları arasında girmeyi azaptan daha vahim bir şey olarak saymıştır. Zira Allah’ın rızası, sevabın / mükâfatın kendisinden daha büyüktür, Allah Teâlâ kendi rızasını muazzam kazanç olarak nitelemiş ve “Ama Allah rızası daha büyüktür... ki büyük başarı da budur.” [Tevbe 9/72] buyurmuştur. İşte aynı şekilde Şeytanın dostu olmak da Allah rızasının tam karşısında yer alır ve azabın bizzat kendisinden daha büyük ve daha muazzamdır.

İbrahim Aleyhisselâm bu dört nasihatin her birinin başında “Babacığım” ifadesine yer vermiş, böylece ona yaklaşmak, onun şefkatini uyandırmak istemiştir. (Zemahşeri Tefsiri)

46. Babası, "Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun?[*] Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!" dedi.

İbrahim Aleyhisselâm babasının içinde bulunduğu durumun yakışıksızlığını kendisine bildirdikten, görüşünü kesin kanıtlarla yerle bir ettikten ve ona bütün bu iltifatlarla oldukça sıra dışı bir şekilde nasihatte bulunduktan sonra, yaşlı babası ona küfrün katılığı ve aşırı inatçı bir sertlikle hitap etmiştir; ona ismiyle seslenmiş, onun kendisine “babacığım” demesine karşılık, ona “evladım / yavrum” diye seslenmemiş ve “Sen şimdi benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun?!” derken haberi mübtedanın önüne geçirmiştir. Zira onun için en önemli husus, İbrahim’in yüz çevirmiş olmasıdır. Bu ifadede bir tür şaşkınlık vurgusu, İbrahim Aleyhisselâm’ın ilâhlardan yüz çevirmiş olmasını yadırgama ve ilâhlarının kimsenin yüz çeviremeyeceği şeyler olduğunu ifade etme mânası bulunmaktadır. Ayrıca bu ifadede, benzer bir tavrı kavminin kâfirlerinden görmekte olan Peygamber (s.a.)’e yönelik bir teselli ve manevi rahatlatma da bulunmaktadır. (Zemahşeri Tefsiri)

47. (İbrahim): "Sen sağlıcakla kal!" dedi, "Seni bağışlaması için Rabbime yalvaracağım; çünkü O, bana karşı oldukça lütufkardır!

Yusuf suresi 97 ve 98. ayetlerde Hz. Yakup’un oğulları için Allah’tan af dilemesinden bahsediliyor ve baba şefkatinden örnekler veriliyor. Burada da tam tersi Hz. İbrahim ‘in babası için af dilemesinden bahsedilerek evladın babaya şefkati gösteriliyor. Nitekim İsra 1/24. ayetinde “Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki; ’Ey Rabbim! Beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et!’” buyrulmaktadır. Hz. İbrahim ‘in duası babasının hidayete ermesine ve doğru yolu bulmasına yöneliktir. Hani İbrahim babasına: “Yalnız İbrahim'in, (henüz men edilmemişken) babasına: “Senin için mutlaka bağışlanma dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez!” (Mümtehine 60/4) şeklinde dua sözü vermişti. Buradaki dua da o sözün devamı niteliğindedir. Ancak yapılan bu dua Allah tarafından kabul görmemiştir. Demek insan peygamber de olsa, hele Hz. İbrahim gibi tevhid inancının inşasında öncülük ve rehberlik etmiş bir kişi de olsa babasına dahi şefaat edemiyor. Ancak insanlar özellikle aileleri için şefkat ve merhametle doludurlar. Bunun doğal bir sonucu olarak Hz. İbrahim’in babasının hidayeti için dua etmesi gayet normaldir. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

48. Sizi, Allah ile aranıza koyup yalvardıklarınızla baş başa bırakıyorum. Ben Rabbime yalvarırım, Rabbime yaptığım duadan eli boş dönmeyeceğimi umuyorum.”
49. Onlardan ve Allah ile aralarına koyup kulluk ettiklerinden uzaklaşınca ona İshak’ı ve (İshak’ın oğlu) Yakub’u bağışladık. Onların hepsini de nebi[*] yaptık.

Nebi kendisine Kitap verilen kişidir. Allah Enam suresinde on sekiz nebisini anlatır ve 89 ayetin ilk cümlesinde şöyle der; "İşte bunlar kendilerine kitap, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir..." Aynı şekilde Bakara 213'te de Allah nebilere kitap verdiğini söyler. "İnsanlar tek bir toplumdu. Allah, müjde veren ve uyarılarda bulunan nebiler görevlendirdi. Ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetsin diye nebilerle birlikte, gerçekleri içeren kitaplar da indirdi. İhtilafa düşenler, daima kendilerine kitap verilenler oldu. Bu da açık ayetler geldikten sonra birbirlerine üstünlük kurma gayretlerinden kaynaklandı. Sonra Allah, ayrılığa düştükleri gerçekler konusunda, inanıp güvenenleri, kendi onayıyla doğruya yöneltti. Allah, gereğini yapanı doğru yola yöneltir." Gelenekte resullere kitap verildiği söylenir ama Kur'an'da açıkça nebilere kitap verildiğini görüyoruz. Maide 99. ayet resulün görevini açıklar; Resule düşen, tebliğden başka bir şey değildir. Allah sizin açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilir. Nebiler aldıkları Kitabı / vahyi insanlara iletmekle görevli olduğu için her nebi aynı zamanda resuldür. (Onur)

50. Onlara rahmetimizden ihsanlarda bulunduk. Onlara dillerde ve dinlerde yüksek ve güzel bir nam bıraktık.
BÖLÜM 4
51. Bu kitapta Musa’yı da anlat. O, samimiyeti onaylanmış biriydi[1*] ve nebî olan resuldü[2*].

[1*] Kul; Allah rızasını kazanmak amacıyla Allah'ın emir ve yasaklarına içten bir şekilde uyarsa ihlaslı yani muhlis olur. Kulun ihlaslı olduğu, Allah tarafından da kabul görürse o kul için 'muhlas / samimiyeti onaylanmış biri' denilir.

[2*] Nebi, kendisine kitap ve hikmet verilen kişidir ( Al-i İmrân 3/81-82, En’âm 6/83-90). Resul (رسول), “gönderilen”dir. “Birine gönderilen söz” anlamına geldiği gibi “o sözü tebliğ için gönderilen elçi” anlamına da gelir (Müfredat). Nebi, Allah’ın ayetlerini tebliğ ile görevli olduğu için her nebi aynı zamanda resuldür. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

52. Ona Tur’un sağ yanından seslendik ve kendisi ile özel olarak konuşmak için onu yakınımıza getirdik.
53. Ve rahmet Merhamet, acıma, şefkat gösterme, ihsan etme. ve keremimizden İyilik, cömertlik, eli açıklık, lütuf. , kardeşi Harun’u da nebî olarak ona ihsan etmiştik.
54. Bu kitapta İsmail’i de anlat. O, sözünü tutan biriydi[1*]; nebi olan resuldü[2*].

[1*] İsmail aleyhisselamın tuttuğu sözlerden Kur’an’da geçeni, babası İbrahim aleyhisselama verdiği sözdür (Saffât 37/100-109). Buradan, İbrahim aleyhisselamın kurban etmekle emrolunduğu oğlunun İsmail aleyhisselam olduğu anlaşılmaktadır.

[2*] Mezheplerin İslam inancıyla ilgili kitaplarında, nebi ve resul kavramlarıyla ilgili pek çok farklı bilgi yer alır. Kur’an’a göre ise bütün nebilere kitap verilmiştir (Bakara 2/136, 213; Al-i İmran 3/84). Nebilerin, aldıkları vahyi tebliğ etme zorunluluğu olduğundan dolayı her nebi aynı zamanda resuldür (Ankebut 29/18). Bu ayette de İsmail aleyhisselam için “nebi olan resuldu” denmektedir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

55. O yakınlarına namaz kılmayı ve zekât vermeyi emrederdi. O Rabbinin hoşnutluğunu kazanmış bir kişi idi.
56. Bu kitapta İdris’i[*] de anlat. O, özü sözü doğru biri ve bir nebî idi.

İdris'in (a.s.) kim olduğu konusunda çok çeşitli iddialar vardır. Bunlardan en makul olanı Tevrat'ta anlatılan Enok'tur. Enok, Nuh'un a.s büyük dedesidir. Tevrat'ta Enok’tan bahseden bölüm şöyledir:

“Enok 65 yaşındayken oğlu Metuşelah doğdu. Metuşelah’ın doğumundan sonra Enok 300 yıl Tanrı yolunda yürüdü. Başka oğulları, kızları oldu. Enok toplam 365 yıl yaşadı. Tanrı yolunda yürüdü, sonra ortadan kayboldu; çünkü Tanrı onu yanına almıştı.” Yaratılış 5:21-24.

Yeni Ahit’te Enok hakkında söylenenler de Tevrat’ı destekler niteliktedir:

“Kimse onu bulamadı, çünkü Tanrı onu yukarı almıştı. Yukarı alınmadan önce Tanrı’yı hoşnut eden biri olduğuna tanıklık edildi. İman olmadan Tanrı’yı hoşnut etmek olanaksızdır.” İbraniler 11:5.

Enok’un göklere olan yolculuğu aynı zamanda onun kimsenin sahip olmadığı bilgeliklere ulaştığının da bir göstergesi olarak yorumlanmıştır. Hem Kur'an, hem Eski Ahit, hem de Yeni Ahit’te Enok’un göksel yolculuğunun ön plana çıkıyor oluşu dikkat çekicidir.

Enok ismi İbranice “Hanak” kökünden gelir, manası “eğitim vermek, eğitmek” şeklindedir. Kur’an’daki İdris kelimesinin de “de-ra-se” (ders vermek, eğitmek) kökünden geldiği dikkate alınırsa, mana bakımından birbirlerine yakın oldukları düşünülebilir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

57. Onu yüce bir mekâna yükselttik.
58. İşte bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.
59. Onların ardından namazı ihmal eden ve çekici şeylerin peşine düşen bir nesil geldi. Onlar, yaptıkları yanlışların sonuçlarıyla[*] ileride yüzleşeceklerdir.

“Ğayy (غَيُّ)”, yanlış inançtan dolayı kendine hakim olamama anlamına gelir (Müfredat). Bu ayette “kendine hakim olamamaktan kaynaklanan davranışa verilecek ceza”yı ifade etmek için “yaptıkları yanlışların sonuçları” şeklinde mecaz anlamı verilmiştir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

60. Fakat tevbe edip iman eden ve salih amel işleyen bunun dışındadır. Bunlar cennete girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır.
61. Evet, onlar Rahman’ın kullarına gıyabî Başkalarından duyma yoluyla olan, uzaktan, görüşmeden, görüp tanımadan (olan). olarak vâd ettiği, dünyada iken görmeksizin inandıkları Adn cennetlerine gireceklerdir. Allah’ın vâdi muhakkak ki yerini bulacaktır.
62. Orada boş söz değil, hoş söz duyarlar. Ve orada, sabah akşam kendilerine ait rızıkları vardır.
63. Kullarımızdan, takvâ[*] sahibi kimselere vereceğimiz cennet işte budur.

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)

64. (Melekler der ki:) “Biz Rabbinin emri olmadan inmeyiz.[*] Yapmakta olduğumuz, eskiden yaptığımız ve ikisinin arasında yaptıklarımızın hepsi onun (emrini yerine getirmek) içindir. Rabbin unutkan değildir.

"Biz senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz." Buradaki vav, istinafiyedir. Yani bir soruya cevaptır ki, bu soru âyetin iniş sebebinden anlaşılıyor. Nitekim İmam Ahmed, Buharî, Tirmizî, Nesaî ve daha bir cemaat rivayet etmişlerdir ki: "Resulullah (s.a.v): 'Ey Cebrail! Senin bizi (şimdiki mutad) ziyaretinden daha çok ziyaret etmeye engel nedir?' demişti de âyeti nazil oldu. Demek ki bu âyet, Cebrail'in o soruya verdiği cevabı anlatmaktadır. Nüzul sebebi ile âyetin bizzat taşıdığı anlam buna delil olabileceği gibi, sûrenin baş tarafında (19/17) diye Cibril'in zikri geçmiş olmasından dolayı, biraz önce de hatırlattığımız gibi fasılasının tekrarıyla nazar-ı dikkatin oraya çekilmesi de buna ince bir işaret olmuştur. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

65. O, göklerin, yerin ve onların arasında olan her şeyin Rabbidir / Sahibidir. Öyleyse sen ona kulluk et ve kullukta sebat[1*] et! Onun özelliklerine sahip[2*] başka birini biliyor musun?”

[1*] Kullukta sebat, her koşulda ve ölene kadar kulluğu sürdürmeyi ifade eder (Hicr 15/99).

[2*] Burada geçen “semiy (سَمِيًّ)” aynı ismi taşıyan anlamındadır. Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat). “Allah’ın özellikleri” diye meal vermemizin sebebi budur. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

BÖLÜM 5
66. Ve insan der ki: Ben öleceğim de sonra dirilip kabirden mi çıkarılacağım?
67. İnsan, daha önce hiçbir şey değilken, bizim onu yarattığımızı düşünmüyor mu?
68. Öyle ise, Rabbine andolsun ki, muhakkak surette onları şeytanlarla birlikte mahşerde toplayacağız; sonra onları diz üstü çökmüş vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız.
69. Sonra belli bir kişi etrafında toplanan her bir gruptan[*] Rahman’a en fazla başkaldıranları çekip ayıracağız.

“Belli bir kişi etrafında toplanan grup” anlamını vediğimiz kelime “şia ( “شيعة )”dır. “Şia”nın diğer insan kümelerinden farkı, bir lider etrafında toplanmış bir grubu göstermesidir (En'am 6/65, 196; Hicr 15/10, Kasas 28/4,15, Rum 30/32, Saffat 37/83). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

70. Elbette ki biz, oraya girmeye daha layık olanların kimler olduğunu herkesten iyi biliriz.
71. Sizden (Rahman’a baş kaldıranlardan) oraya varmayacak biri yoktur[*]. Bu, Rabbinin uygulamayı üstlendiği kesin hükümdür.

Müminlerin bir kesimi, cehennemin hışırtısını bile duymadan doğrudan cennete gideceklerdir. Burada anlatılanlar, bu kesimin dışında kalanlardır (Enbiya 21/101-103). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

72. İçinizden kendini (şirkten) korumuş olanları daha sonra kurtaracak, yanlışlar içinde kalanları da orada dizleri üstüne çökmüş olarak bırakacağız.
73. Onlara apaçık ayetlerimiz[1*] okunduğunda inkâr edenler iman edenlere[2*] derler ki: "İki gruptan hangisi makam bakımından daha iyi ve topluluk bakımından daha güzeldir?"

[1*] “Açık seçik,” ifadesi, ya “kelimeleri tertîl üzere okunarak, anlamları ve maksatları açık ve net bir şekilde ortaya konularak, kâh muhkem kâh müteşabih olup fakat hemen akabinde muhkemlerle ve Peygamber (s.a.)’in sözlü ve fiilî beyanlarıyla açıklanarak” ya da “i‘câzı ayan beyan ortada, kendisi ile meydan okunmuş, fakat bu meydan okumaya cevap verilememiş bir şekilde” veyahut da “kanıtlar ve deliller” anlamındadır. En uygun olan yorum bu ifadenin tıpkı “Oysa o, ellerindekini doğrulayan bir kitaptır.” [Bakara 2/91] ifadesi gibi tekit edici bir hal olmasıdır, yoksa Allah’ın âyetleri zaten apaçıktır, kanıttır, başka türlü olmaz.

[2*] “Müminler için” ifadesi onların bu sözleri müminlere karşı söyledikleri, bu sözleri müminlere yönelttikleri ve onları kastederek konuştukları anlamına gelebilir. Nitekim “Nankörce inkâr edenler, iman edenler için; ‘Bu, hayırlı bir iş olsaydı, onlar bunda bizi geçemezlerdi!’ dediler.” [Ahkāf 46/11] âyeti de bu mânadadır. İbn Kesîr [v. 120/738] makāmen ifadesini zamme ile mukāmen okumuştur. Bu kelime ikamet ve konaklama yeri anlamına gelir. Diğer kıraat imamları ise fetha ile makāmen okumuşlardır ki bu durumda kelime, kıyam yeri anlamında olur. Kastedilen, yer ve konum mânasıdır. Nediyy, insanların toplandıkları yer, meclis anlamında olup mâna şöyledir: Bunlar âyetleri işittiklerinde, cahillikleri ve dünya hayatının sadece zahirini anlamaları yüzünden ‘ilimden nasipleri bu kadar’ olduğundan, ‘Bu âyetlere iman edenlerle onları inkâr eden gruplardan hangisi dünyadan daha çok nasip sahibidir!?’ derler; dünyadan nasiplenmiş olmayı fazilet ve eksikliğin, üstünlük ve alçaklığın ölçüsü olarak kabul ederlerdi. Rivayete göre saçlarını örüp yağlıyorlar, övünç vesilesi sayılan şeylerle süslenip püsleniyorlar, sonra da fakir müminlere üstünlük taslayıp, Allah’ın kendilerini müminlerden üstün kıldığını iddia ediyorlardı. (Zemahşeri Tefsiri)

74. Halbuki Biz onlardan önce de nice uygarlıkları helake uğrattık; onlar varlık ve görkem açısından daha öndeydiler.[*]

Ahlâkî değerlerin yerini çıkarların ve fiyatların aldığı, bencilliğin yüceltilip fedakârlığın göz ardı edildiği, insanın ve eşyanın Allah’la olan bağının koparıldığı, daha “iyi” olanın yerini daha “iri” olanın aldığı, hayatı gerçek anlam ve amacından koparan her uygarlık bu âyetin kapsamına girer. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

75. De ki: "Kim sapıklık içinde ise Rahmân ona süre versin (ne çıkar). Nihâyet va’dedildiklerini -azâbı veya (Duruşma) sâ’ati(ni)- gördükleri zaman, kimin yerce daha kötü ve adamca daha zayıf olduğunu bileceklerdir.
76. Allah doğru yolu seçenleri daha derin bir doğru yol bilinci ile destekler; ve kalıcı mahsullere dönüşen dürüst ve erdemli davranışlar Rabbinin katında karşılık olarak [dünyevî kazançlardan] daha değerli ve sonuçları itibariyle daha verimlidir.
77. Ayetlerimizi görmezlikte direnen ve “Elbette bana mal da verilecek evlat da!” diyen kişiyi gördün mü![*]

"Şimdi âyetlerimizi inkâr eden ve elbette bana mal ve evlat verilecektir, diyen adamı gördün mü?" âyeti Âs b. Vail sebebiyle nazil olmuştu. Şöyle ki: (Sahabelerden) Hubab (r.a) adlı bir kimsenin onda bir alacağı vardı, onu istedi. Buna karşı Âs: "Hayır, dedi, Muhammed'e küfretmeden alacağını vermem" dedi Bunun üzerine Hubab: "Vallahi, dedi, ben, Muhammed'e asla küfretmem, ne hayatımda, ne ölümümde ve ne de tekrar dirildiğim zaman." Buna karşı Âs: "Öyle ise bekle öldükten sonra tekrar dirildiğinde bana gelirsin. O vakit benim malım ve evladım olacak, alacağını sana veririm" dedi. Yani öbürlerini andıktan sonra işte bu gördüğün kâfirin hikayesini de anlat. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

78. Ne o, bu adam gaybı öğrenmenin yolunu mu buldu, yoksa Rahman'dan kesin bir söz mü aldı?
79. Hayır, asla öyle değil; biz onun söylediklerini yazacağız ve azabını çoğalttıkça çoğaltacağız.
80. Sözünü ettiği malı ve evladı bize kalacak da kendisi yalnız başına huzurumuza gelecektir.
81. Onlar, kendilerine itibar (kaynağı) olsunlar diye Allah'ın peşi sıra ilahlar edindiler.
82. Öyle bir şey asla olamaz! Onlar (ilah saydıkları), bunların yaptıkları kulluğu kabul etmeyecek ve karşılarında yer alacaklardır.
BÖLÜM 6
83. Şeytanları kafirlerin üzerine gönderdiğimizi ve onları kışkırttıklarını görmüyor musun?![*]

Kim Rahman’ın Zikri’nden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse, başına bir şeytan sararız; o, onunla beraber olur. Şeytanlar bu gibileri yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar. (Zuhruf 43/36-37) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

84. Öyleyse onların hemen azaba uğratılmalarını isteme. Biz onların (ecel) günlerini sayıyoruz.
85. O gün kötülükten sakınanları[*] seçkin konuklara yaraşır bir saygınlıkla, rahmeti bol olan Allah’ın huzurunda bir araya getiririz.

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)

86. Suçluları da susuz ve yaya olarak cehenneme sevk ederiz.
87. Rahman’dan söz almış olanlar[1*] dışında kimse şefaat hakkına sahip olamaz[2*].

[1*] Bunlar, yaptıklarının şirk günahı olduğunu bilmeyenlerdir. Allah, bilerek şirk günahı işleyenleri bağışlamayacaktır (Nisa 4/115-116).

[2*] Şefaat, birinin eşlik etmesini istemek, eşlik etmek veya arka çıkmaktır. (El-Ayn, Müfredât) Dünyada insanlar birbirlerine şefaatçi yani destekçi olabilirler (Nisa 4/85) ama mahşer günü kimse kimseye destekçi /şefaatçi olamayacaktır (Bakara 2/48, Bakara 2/254, İnfitar 82/17-19). Meryem Suresinin bu ayetine göre Cennet’e gitmiş biri, Cehennem’de olan birine, Allah’ın onayıyla şefaat edebilir (Taha 20/109, Sebe’ 34/23, Necm 53/26). Şefaat edecek olanlar ile Cehennem’de ebedi kalacaklar arasında konuşmalar olacak (A’raf 7/44-49), Cennet’tekiler, Cehennem’den çıkıp Cennet’e gidecek olanları yüzlerinden tanıyacaklar ve onlara şöyle diyeceklerdir: “Siz Cennet’e girin. Artık üzerinizde ne bir korku kalacak ne de üzüleceksiniz (A’raf 7/49).” Bunlar, Cennet’teki yakınlarının yanına yerleştirileceklerdir (Tur 52/21). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

88. "Rahman çocuk edindi" dediler.
89. Yemin olsun ki, siz çok çirkin bir şey söylediniz.
90. Bu söz yüzünden neredeyse gökler çatlayacak, yer parçalanacak, dağlar yıkılıp çökecek;
91. Rahman’a çocuk yakıştırdılar diye.
92. Çocuk edinmek Rahmân’a yakışmaz!
93. Göklerde ve yerde olan herkes, istisnasız birer kul olarak Rahmân`a gelecektir.
94. Doğrusu, O bunların hepsini bilgisiyle kuşatmış, teker teker saymıştır;
95. Ve onların her biri Kıyamet Günü’nde O’nun huzuruna tek başına çıkacaktır.
96. Şüphesiz ki iman edip iyi işler yapanlar için Rahmân bir sevgi yaratacaktır. [*]

Bu ayette gerçek imanın kişiye kazandıracağı büyük ödüle dikkat çekilmektedir. (Mehmet Okuyan Tefsiri)

97. Bizim, Kur'ân'ı senin dilinle indirip kolaylaştırmamızın başlıca sebebi, senin müttakileri[*] müjdelemen ve inatçı kimseleri de onunla uyarmandır.

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)

98. Biz bu inatçılardan önce nice kuşakları yok ettik. Şimdi onların hiçbirini ortalıkta görüyor ya da onlardan gelen en küçük bir ses duyuyor musun?