LOKMAN SURESİ

İniş Sırası: 57 • Mushaf Sırası: 31 • Mekki Sure • 34 Ayettir

Keşiş Okuyor (Hermit Reading), Ressam : Andrea Schiavone, Bulunduğu Yer : Kunsthistorisches Müzesi, Viyana

Lokman'a hikmet / doğru karar alma yeteneği verdik; “Allah’a şükret / ona karşı görevlerini yerine getir!” dedik. Kim şükrederse sadece kendisi için şükreder. Kim de nankörlük ederse bilsin ki Allah Ganî’dir; hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve Hamîd’dir; bir sebep olmaksızın zâtıyla övgüye lâyık olandır. (Lokman 12)

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Elif Lâm Mîm
2. Bunlar, hikmetler / doğru hükümler içeren Kitab’ın ayetleridir;
3. Güzel davrananlar için bir rehber ve bir ikramdır.
4. O (güzel davrana)nlar; namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve onlar ahirete de kesin olarak inanırlar.[*]

İyilik edenler: "İşte onlar ki, namaz kılarlar, zekât verirler, ahirete de kesin olarak inanırlar." Namazın hikmeti, bilinç ve davranışlara etkisi, gerekleri yerine getirilerek zamanında ve eksiksizce kılınmasıyla gerçekleşir. Rabb'le kalp arasındaki o güçlü bağın oluşması ve Allah'a yakınlık duygusunun olgunlaşmasını sağlayan da aynı etken olup kalpleri namaza bağlayan tatlılık da ancak o zaman algılanmaktadır... Zekâtın verilmesi, nefsin yapısal cimriliğine üstünlük kurması ve toplumsal hayat için insanların birbirlerine karşı sorumlu ve yardımlaşır olmalarına dayanan bir sistem oluşturulmasını sağlamaktadır. O sistemde zenginler ve yoksullar güven, iç rahatlığı, lüks yaşantı ve yoksulluğun dejenere etmediği kalplerin sevecenliğini bulurlar. İnsan kalbinin uyanıklığı, Allah'ın katındakini ön plana alması, toprağın çelmelerine üstünlük sağlaması, dünya hayatının çıkarının üstüne yükselmesi, gizli açık, büyük-küçük her şeyde Allah'ın kontrolünü hissetmesidir. Peygamberimize sorulduğunda "Allah'a O'nu görür gibi kulluk etmendir. Sen O'nu görmüyor olsan da, O seni görmektedir." (Buhari) Bu sözlerle tanımlanan "ihsan" düzeyine ulaşılması ise ahirete kesin iman ile sağlanmaktadır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

5. İşte Rablerinden / Sahiplerinden gelen rehbere uyanlar onlardır. Umduklarına kavuşacak olanlar da onlardır.[*]

Kitab'ın yol gösterici ve rahmet olduğu kişiler, işte bu iyilik edenlerdir. Çünkü onlar kalplerindeki açılım ve duyarlık sayesinde, bu Kitap'la birliktelikte rahatlık, gönül huzuru buluyor, yapısındaki yol göstericilik ve ışığa ulaşıyor, hikmetli hedeflerini kavrıyor, gönülleri, aralarındaki pürüzleri temizleyerek onunla paralellik, uyum, yönelim birliği içinde olduklarını ve yolun aydınlık olduğunu algılıyor. Bu Kur'an kalplere, içerdikleri duyarlılık, açılım Ve O'ndan geleni sevgi,istek ve saygı ile Karşılamalarına göre bir şey vermektedir. O dost kalplere şefkat gösteren, titreyerek özlemle O'na yönelen duygulara karşılık veren canlı bir varlıktır.

Namazı kılan, zekât veren ve ahirete kesin inananlar... "İşte onlar Rabb'lerinin göstermiş olduğu doğru bir yol üzeredirler ve kurtuluşa erenlerdir." Kime hidayet edilmişse kuşkusuz o kurtulmuştur. Artık o aydınlıkta yürümektedir, amaca ulaşacak, dünyada ve ahirette sapıklığın cezasından kurtulacaktır. Bu gezegen üzerindeki yolculuğunda içi rahattır. Adımları, gezegenlerin dönmeleriyle, varlığın kanunlarıyla uyum içindedir. Dolayısıyla varlıktaki her oluşumla; karşılıklı anlayış, birbirlerinden eminlik ve yakınlık duymaktadır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

6. İnsanlardan öyle kimseler var ki; bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu eğlence edinmek için boş lâfı satın alırlar![*] İşte onlara, aşağılayıcı bir azap vardır.

Laf eğlencesi: Eğlence söz; insanı oyalayan, işinden alakoyan sözler, asılsız hikâyeler, masallar, romanlar ve tarih kılıklı efsaneler, güldürücü lâkırdılar, gevezelikler, nağmeler gibi eğlendirici sesler. Bu âyetin iniş sebebinde deniliyor ki: Nadr b. Hâris ticaretle Faris'e (İran'a) gidiyor. Acemlerin hikâyelerini, efsane kitaplarını getiriyor ve bunları Kureyşe okuyarak: "Muhammed, size Âd ve Semûd hikâyeleri söylüyor gelin ben size Rüstem'in, İsfendiyar'ın, Kisraların hikâyelerini anlatayım." diyor ve bu şekilde birçoklarının Kur'ân dinlemesine engel oluyordu. Bundan başka güzel bir şarkıcı câriye almış, birinin müslüman olacağını işittiği zaman onu alıp câriyesine: "Haydi buna yedir, içir, söyleyiver." der, böylece eğlendirip: "Gördün ya bu, Muhammed'in çağırdığından, namazdan, oruçtan, onun önünde çarpışmaktan daha iyi değil mi?" dermiş. İbnü Hatal da bir câriye almış, sövüp saymayı şarkı olarak söylermiş. Âyetin sonunda "İşte onlar için..." diye çoğul kipi getirilmesine bakılırsa, bunların hepsinin de âyetin iniş sebebinde dahil olması gerekir. Tefsircilerin çoğu bunu şarkı ile tefsir etmişlerse de muhakkik âlimlerin tercihi, açık şekliyle genel olmasıdır. Bununla birlikte burada asıl kötülemenin hikmeti şununla anlatılmıştır: Bilmeyerek, Allah yolundan sapıtmak; yani saptırdığını hissettirmeden, yaptığı işin sonunu sezdirmeden dini, ahlâkı bozmak ve onu, yani Allah yolunu, hak dinini eğlence yerine tutmak için. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

7. Kendisine âyetlerimiz okunduğunda, sanki onları işiten kendisi değilmiş gibi, sanki kulaklarında ağırlıklar varmış gibi, son derece kibirli olarak sırtını dönüp uzaklaşır. Onlara gayet acı bir azap verileceğini müjdele!
8. Bir de iman eden ve imanına uygun eylemler ortaya koyan kimseler var ki, her tür nimetle dolu olan cennetler onların olacak:
9. Orada ölümsüz olarak kalacaklardır. Bu, Allah’ın vaadidir, mutlaka gerçekleşecektir. Allah Azîz’dir; daima üstün ve Hakîm’dir; kararları doğru olan odur.
10. Allah gökleri, gözle görebileceğiniz direkler olmadan yaratmış, yer kabuğu sizi sarsar diye yere sabit dağlar[*] yerleştirmiş ve yeryüzüne her türlü canlıyı yaymıştır. Gökten su indirip yerde her güzel çiftten nice bitkiler bitirdik.

Sabit anlamına gelen (راسية) râsiye kelimesinin çoğulu olan (رواسي) revasi, Kur’an’da 9 kez, dağların özelliği olarak geçer. Bu ayette olduğu gibi 2 ayette daha (ميد) meyd fiiliyle birlikte kullanılır (Enbiyâ 21/31, Nahl 16/15). Meyd, “gidip gelme, sallanma, sarsılma” anlamlarına gelir. Bu sebeple kelimenin geçtiği üç ayete, “sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi” şeklinde meal verilmekte, bu da dağların bulunduğu bölgelerde deprem olmadığı gibi bir yanlış anlamaya sebep olmaktadır. Oysa ayetteki (أَن تَمِيدَ بِكُمْ) en temide bikum ifadesini “sizi sarsar diye” şeklinde çevirmek metne daha uygun olacaktır. Dolayısıyla ayetin meali “sizi sarsar diye yere sabit dağlar yerleştirdi” şeklinde olmalıdır. Ayette insanları sarsacak olan “yeryüzü”dür (الأرض). Dağların varlığı insanları bu sarsıntı esnasında korumak, daha güvenli bir yerleşim yeri oluşturmak içindir. Ayette dağların yeri sabitlemesinden bahsedilmemektedir. Nitekim toprak, kum ve alüvyonlu kıyı kesimlerin depremlerde en uzun süreli sarsıntı yaratan, sarsıntının şiddetinin en büyük, hızının en fazla olduğu bölgeler olduğu, dağlık ve kayalık alanlarda ise bu sarsıntıların çok daha kısa ve yavaş olduğu yerbilimleri tarafından da tespit edilmiş gerçeklerdir. Ayet bu gerçeği dile getirmekte, bu özelliğinden dolayı dağlar için ‘demir atma’, ‘sabitleme’ kök anlamından türetilmiş (رواسي) revasi kelimesi kullanılmıştır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

11. İşte bu, Allah’ın yaratışıdır! Haydi, Bana gösterin, O’ndan başkaları ne yarattı? Hayır, aksine zalimler, apaçık bir sapkınlık içindedirler.
BÖLÜM 2
12. Lokman'a hikmet / doğru karar alma yeteneği verdik; “Allah’a şükret / ona karşı görevlerini yerine getir!”[*] dedik. Kim şükrederse sadece kendisi için şükreder. Kim de nankörlük ederse bilsin ki Allah Ganî’dir; hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve Hamîd’dir; bir sebep olmaksızın zâtıyla övgüye lâyık olandır.

Ayette “görevini yerine getirmek” şeklinde tercüme edilen “şükür”, yapılan iyiliğin değerini bilmek, yapanı övmek ve hak edilen karşılığı vermektir (Müfredât). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

13. Vaktiyle Lokman oğluna öğüt vererek: “Ey yavrucuğum! Allah'a şirk koşma, kuşkusuz şirk koşmak çok büyük bir zulümdür”[*] demişti.

Kuşkusuz bu içtenlikle verilen bir öğüttür. Çünkü baba çocuğuna iyilikten başka bir şey dilemez ve baba çocuğuna karşı ancak yol gösterir bir tavırda olabilir. İşte hikmet sahibi Lokman çocuğuna Allah'a ortak koşmamasını söylüyor ve sözünü Allah'a ortak koşmanın büyük zulüm olduğu ile nedenlendiriyor. Metinde Allah'a ortak koşmanın büyük bir zulüm olduğu gerçeği iki kere vurgulanıyor. Biri: Allah'a ortak koşmayı yasaklayan emrin öne alınıp, dayandığı nedenin ondan ayrılması. Diğeri: Allah'a ortak koşmanın zulüm olduğunun "inne" ve "lam" edatlarıyla pekiştirilmesi. İşte Muhammed'in kavmine sunup, onların ne olduğu konusunda O'nunla çekişmeye girdikleri, O'nun onu sunmasının ardındaki amacı konusunda serzenişte bulundukları ve sunuşun arkasında egemenliğin onlardan alınıp onlara üstünlük kurma amacının olacağından korktukları gerçek budur!.. Hikmet sahibi Lokman'ın oğluna açıklayıp emrettiği ve her türlü art niyetten uzak, içtenliğinden kuşku duyulmaz, babanın oğluna öğüdü olan söz nedir? Dikkat edilsin o, Allah'ın insanlardan hikmet verdiklerinin tümünün diliyle akıp gelen, salt hayırdan başka bir şey gözetilmeyen ezeli gerçektir... Ayette gözetilen psikolojik etkenler bunlardır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

14. Biz insana, anne ve babasına karşı görevler yükledik; annesi onu (karnında) binbir güçlükle[*] taşır. Onun sütten kesilmesi de iki yılı bulur. Sen, hem bana hem de annene ve babana karşı görevlerini yerine getir. Dönüp varılacak yer benim huzurumdur.

“Binbir güçlükle” şeklinde tercüme edilen ifadenin asıl anlamı, “güçsüzlük üzerine güçsüzlükle / acziyet içinde” şeklindedir. Kadın çocuğu taşırken, bedenindeki protein, kalsiyum, demir, pek çok vitamin ve mineral bebek tarafından bol miktarda emilir; ayrıca kadının duygu durumunu da etkileyen pek çok hormonal değişiklik yaşanır. Bu nedenle kadın hamilelikte hem fiziksel hem ruhsal açıdan çeşitli güçsüzlükler yaşar. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

15. Eğer anne baban seni bir şeyi körü körüne bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme! Onlarla dünyada iyi geçin! Bana yönelenlerin yoluna uy! Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber vereceğim.[*]

Bununla beraber, yani anaya babaya da şükrü insana tavsiye etmiş olmamızla beraber, onlar seni bana şirk koşasın diye zorlarlarsa sence hakkında hiçbir bilgi olmayan, yani hiçbir ilimde yeri olmayıp, imkansız olan şirki isnad ettirmek üzere seni sıkıştırırlarsa o hususta ikisine de itaat etme de onlara normal şekilde yardımcı ol. Yani günaha iştirak etmeksizin şeriatın razı olacağı iyilik ve insanlığın gerektireceği şekilde beraberlerinde bulun. Mesela yemek, içmek, giymek gibi ihtiyaçlarını düzene koymak, eziyet etmemek, ağır söylememek, hastalıklarına bakmak, vefatlarında defnetmek gibi dünyaya ait yardımlarını yap. Din işine gelince bana yönelmiş olan samimi, ihlâslı tek Allah'a inanan kimsenin yolunu tut. Sonra hepinizin dönüşü banadır, o zaman ben size neler yaptığınızı haber vereceğim. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

16. (Lokman sözüne şöyle devam etti:) "Yavrucuğum! (Yaptığın şey) bir hardal tanesi[*] ağırlığında olup bir kayanın içinde, göklerde veya yerde olsa bile Allah onu senin karşına getirir. Allah Latif’tir; en ince ayrıntıyı bilir, Habîr’dir; her şeyin içyüzünden haberdardır.

Allah'ın bilgisinin duyarlılığı ve kapsamı, kudreti ve ahiretteki yargılamanın duyarlılığı ile oradaki değerlendirimin adilliğinin soyut olarak tanımlanması, bu somut tanımlamanın ulaştığı etkinliğe ulaşamamaktadır. Kur'an'ın derin vurgulu, görevini yumuşakça yerine getiren erişilmez yönteminin üstünlüğü işte budur. "Bir hardal tanesi" küçük önemsiz ve ne ağırlığı var, ne de değeri: "Bir kayanın içinde" sert bir yığın içinde, ne görünür ne ulaşılır: "Göklerde" büyük yıldızların, yüzen bir nokta veya şaşkın bir zerre olarak göründükleri, şu geniş ürperti veren yapıda veya taşı toprağı arasında kaybolmuş görünmez durumda "veya yerde bulunsa, yine de Allah onu karşına getirir." Bilgisi ona ulaşır, kudreti onu başıboş bırakmaz... (Seyyid Kutub Tefsiri)

17. Ey yavrucuğum! “Namazında kararlılık göster, doğru ve yararlı olanı hayata geçirmeye çalış, kötü ve eğriden vazgeçir, başına gelebilecek her belaya sabırla katlan. Doğrusu bunlar, azim ve kararlılıkla yapılması gereken şeylerdir.
18. İnsanları küçümseyip yüz çevirme! Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Allah, kendini beğenmiş övünen kimseyi sevmez.
19. Yürüyüşünde doğal ol, sesini alçalt.[1*] Şu bir gerçek ki, seslerin en çirkini eşeklerin sesidir."[2*]

[1*] “Sesini yükseltme!” Zımnen: Sözünün kalitesini yükselt! Söz etkisini sesin yüksekliğinden değil, taşıdığı hakikatin gücünden alır. Gücün sözüne değil, sözün gücüne itibar et! Gücünü, buyurganlığı ve otoriterliği temsil eden sesten değil, içerikli ve nitelikli sözden al! Burada, adeta 6. âyetteki “içeriksiz söze” gönderme yapılmakta, sözün kalite açığını sesle kapatma yerilmektedir.

[2*] “İtici olan” yani “yadırganan” demektir. (Enkera fiili için bkz: 21:50, not 61.) Zımnen: Sesini değil, sözünün kalitesini yükselt! Sözün kerameti sesin yüksekliğinden kaynaklansaydı, eşeğin anırışı sözlerin en etkilisi olurdu. Oysa ki durum tamamen bunun aksinedir. Söz gücünü taşıdığı hakikatten alır. Ve hak sözün gücü, çağlar geçse de, gücün sözüne erinde gecinde galip gelir. Tıpkı Lokman’ın hikmetli sözleri gibi. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

BÖLÜM 3
20. Allah`ın, göklerde ve yerde bulunan her şeyi sizin emrinize boyun eğdirdiğini, açık ve gizli bütün nimetlerini size bolca verdiğini görmez misiniz? İnsanlardan bazıları, Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı bulunmadan tartışmaya girerler.
21. Onlara; "Allah’ın indirdiğine uyun!" dense; "Hayır biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Şeytan babalarınızı alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?[*]

"Onlara; `Allah'ın indirdiğine uyun!' dense, `Hayır biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız' derler." İşte tek dayanakları ve tuhaf kanıtları bu! Ne düşünceye ne de bilgiye dayanmayan donmuş taşlaşmış taklit. İslâmın onları kurtarmak ve düşünce için akıllarını özgür bırakmak istediği fakat buna karşılık taklit. Kur'an onların düşünce yapılarına uyanıklık, hareketlilik ve ışık şırınga ediyor, onlarsa geçmişin sapıklık zincirinden boşanmayı kötümseyerek zincirlere sımsıkı yapışıyorlar.

İslâm iç dünyada özgürlük, bilinçte hareket, ışığa açılma ve taklit, donukluk zincirinden arınmış hayat için yeni bir programdır. Buna karşın bu grup onu kötümsüyor, ruhları onun hidayetinden alıkoyuyor, bilgi, yol gösterici, aydınlatıcı kitaba dayanmadan Allah konusunda çekişmeye giriyor.

Bu noktada Kur'an onları alaya almakta ve dolaylı olarak bu güvensiz tutumun nereye varacağına işaret etmektedir: "Şeytan babalarınızı alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?" (Seyyid Kutub Tefsiri)

22. Kim bütün benliğiyle Allah’a teslim olur, iyilik ve güzelliği de huy edinirse, cidden o en sağlam kulpa yapışmıştır.[*] Ve işlerin sonu Allah’a varıp dayanır.

Sözü edilen, iyi amel ve davranış içinde Allah'a mutlak teslimiyettir. Tam anlamı ile teslimiyet. Allah'ın kaderinin hak olduğu konusunda iç rahatlığı içinde olma. Allah'ın rahmetine güven duyarak, gözetileceği inancıyla sevinerek, sevinç ve esenlik veren gönül hoşluğuyla Allah'ın buyrukları ve direktiflerine esnemeksizin icabet... Bu tutumların hepsi kişinin yüzünü Allah'a teslim ettiğini belirtir. Yüz ise insanın en saygın organıdır. "Kim güzel davranarak kendini Allah'a teslim ederse, o en sağlam kulba yapışmıştır." Sevinçli veya sıkıntılı durumlarda tutunan yüzüstü bırakmayan, fırtınalar, dalgalar arasında karanlık gecede zorlu korkulu yolda tutunanın yolunu kaybetmediği kopmayan güçsüzleşmeyen kulp!

O sağlam kulp; Allah'a teslim olmuş mü'minlerle Rabb'leri arasındaki kararlı sağlam sarsılmaz bağlantı olup Allah'ın takdiri ile gelen karşısında yaşanan iç rahatlığıdır. O iç rahatlığı ki, olayları göğüslemede nefsin dizginliğini ve kararlılığını korur; sevinç anında şımarmayıp sevinci hazmetmesini, sıkıntı anında küçülmemesini, beklenmedik anlarda ve iman yolundaki zorluklarla oraya buraya serpilmiş engeller karşısında sarsılmamasını sağlar.

Kuşkusuz yolculuk uzun, meşakkatli ve tehlikelerle doludur. Onda varlıklılığın tehlikesi, yoksulluk ve sıkıntıya düşmenin tehlikesinden daha az, sevinçliliğin tehlikesi de sıkıntılılığın tehlikesinden daha önemsiz değildir. Güçsüzleşmez dayanak ve kopmaz kulba olan ihtiyaç sürekli ve önemli bir ihtiyaçtır. Güçlü kulp, islâmın Allah'a bağlayan kulbu olup ona ihsan ve teslimiyetle tutunulur: "Sonunda bütün işler Allah'a döner." Dönüş ve varış O'nadır. Dolayısıyla doğru olan, insanın başlangıçtan itibaren özünü Allah'a teslim etmesi, güven, hidayet, ışık içeren, O'na giden bir yol tutmasıdır... (Seyyid Kutub Tefsiri)

23. Kim de gerçeği bildiği halde üzerini örterse, artık onun inkârı / küfrü seni üzmesin! Onların dönüşü Bizim huzurumuzadır. O zaman, yaptıkları şeyleri onlara haber vereceğiz. Şüphesiz Allah göğüslerin özünü bilendir.
24. Onlara kısa bir süre hayatın zevkini yaşatır, ama sonunda şiddetli bir azaba sürükleriz.
25. Eğer onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorarsan yemin olsun, "Allah" derler. De ki: "Hamt Allah’adır!" Ama onların çokları bilmiyorlar.[*]

İnsan yapısına danışır, vicdanını dinlerse, bu konuşan açık gerçeği inkâr edemez. İşte gökler ve yer, konumları, hacimleri, hareketleri, boyutları, özellikleri ve nitelikleri kurulmuş olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Öyle bir kurgu ki, onda düzen görüldüğü gibi amaç da görülmektedir. Onlar bu durumlarından önce, kimsenin yarattığını iddia etmediği ve kimsenin de Allah'ın dışında başka bir yaratıcının onların yaratılmasında ortaklık ettiğini iddia etmediği yaratıklar olup kendi kendilerine varolmaları da mümkün değildir. Yine düzenleme ve düzenleyici olmadan, düzene girmesi ve varlığını sürdürmesi de mümkün değildir. Onların kendi kendilerine veya başıboş ya da rastlantı sonucu varoldukları görüşü ise, insan fıtratının kökünden inkâr ettiğinin yanında bir de üzerinde konuşmaya değer değildir.

Allah'ı bir tanıma inancı karşısında, Allah'ın ortak koşma inancıyla dikilenler ve Resulullah'ın çağrısına sert çekişmeyle karşılık verenler; göklerin, yerin varlığı ve salt bakmaktan öte bir şey gerektirmeyen varlıklarını sürdürmelerinde temsil edilen, varlığın oluşturduğu kanıtla karşı karşıya geldiğinde, fıtratlarının mantığını alt etmeye güç yetirememektedirler! (Seyyid Kutub Tefsiri)

26. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Kuşkusuz, Allah Ganî'dir; hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve Hamîd’dir; bir sebep olmaksızın zâtıyla övgüye lâyık olandır.
27. Yeryüzünde ne kadar ağaç varsa hepsi kalem, deniz de mürekkeb olsa ve bundan sonra da yedi deniz daha mürekkeb olup o denize katılsa gene Allah’ın sözleri yazılıp tükenmez;[*] şüphe yok ki Allah Azîz'dir; daima üstündür ve Hakîm'dir; kararları doğru olandır.

Durum sınırlı ile sınırsızın karşı karşıya gelmesi durumudur. Ne ölçüde çok olursa olsun sınırlı tükenecek, sınırsız bir şey eksilmeden sınırsız olarak kalacaktır... Allah'ın kelimeleri, bilgisi sınırsız, iradesi engellenmez ve dilemesi kayıtsız olarak yerine gelir olmasının mantıksal gereği olarak tükenmezdirler.

Verilen örneğin sağladığı değerlendirme sonucu; ağaçlar denizler ortadan kalkıyor, canlılar cansızlar bir köşeye çekiliyor, biçimler durumları gözden kayboluyor ve insan güçlü, düzenleyen, yön veren, yaptığına tam egemen, değişik dönüşüm göstermeyen, gözden uzak olmayan ebedi yaratıcının gücü ve yüceliği önünde baş eğerek duruyor. "Doğrusu Allah güçlüdür, hakimdir."

Bu baş eğmiş görünüm önünde, bu görünümden, yaratma ve ölümden sonra dirilmenin kolaylığına ilişkin bir kanıt edinerek gezideki son vurguyu indiriyor. "Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir kişinin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir."` (Seyyid Kutub Tefsiri)

28. Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir kişinin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Allah Semî’dir; daima dinler ve Basîr’dir; her şeyi görür.
29. Görmedin mi ki, Allah, geceyi gündüzün içine ve gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri (kendi yörüngesinde) belli bir zamana kadar akar gider. Şüphesiz Allah, işlediklerinizden hakkıyla haberdardır.[*]

Gecenin gündüze gündüzün geceye girişi ve onların mevsimlerin değişimi ile uzanıp kısalmalarının oluşturduğu görünüm, gerçekten ilginç bir görünümdür. Fakat uzun birliktelik ve yinelenmeden ötürü insanların çoğu bu olguya karşı duyarlılığını yitirdiğinden, duyarlı bir düzenle yinelenen, bir kere olsun sarsılmayan, işlevinden geri kalmayan bu ilginçliği algılamıyorlar. Yorulmayan, hedefinden şaşmayan, işlevinde gevşeklik göstermeyen bu dönüşün dengesini de asla kaybetmemektedir... Bu sistemin oluşması ve korunmasını sağlayabilecek sadece Allah'dır. Bu gerçeğin kavranması, yorulmayan, hedefinden şaşmayan, işlevinde gevşeklik göstermeyen bu dönüşümün gözlenmesinden öte bir şey gerektirmemektedir.

Bu dönüşümün, güneş, ay ve hareketleriyle olan bağlantısı açıktır. Güneş ve ay baş eğdirilmesi geceden, gündüz ve bunların uzayıp kısalmalarının ilginçliğinden daha etkin bir ilginçlik sergiler. Her şeye gücü yetiren, işinde mahir olandan başkası bu baş eğdirmeye güç yetiremez. O aynı zamanda güneş ve ayın yolculuklarının ne kadar olacağını da bilmekte ve belirlemektedir. Gecenin gündüze ve gündüzün geceye sokulmalarının ve güneşle aya baş eğdirmenin gerçeği -ki bunlar açık iki evrensel gerçektirler- ile birlikte onların benzeri bir gerçek daha yer alıyor ayette: "Allah yaptıklarınızdan haberdardır." Varlığa ilişkin gerçekler yanında, duyularla ulaşamayacak gerçeklerden olan bu gerçeği işte böyle açıklığa kavuşuyor. Varlığa ilişkin gerçeklerin benzeri ve onlarla güçlü biçimde bağlantılı bir gerçek. (Seyyid Kutub Tefsiri)

30. Bunun sebebi şudur: Allah gerçek ilahtır; onunla aralarına koyup yardıma çağırdıklarının ilahlığı ise gerçek dışıdır / uydurmadır. Allah Aliyy’dir; yüceliğine sınır yoktur ve Kebîr’dir; büyüklüğüne sınır yoktur.
31. Görmüyor musun? Elbette ki gemiler, Allah’ın yarattığı imkânlarla (rüzgârla ve suyun kaldırma gücüyle) denizlerde yüzüp gidiyor ki, bununla size büyüklüğünün işaretlerini gösteriyor. Bunlarda sabredip şükredenler için alınacak dersler var.[*]

Gemiler denizde Allah'ın deniz, gemi, rüzgâr, yer ve göğe koyduğu yasalar uyarınca yürürler. Gemileri, denizde batmadan veya dikilip kalmadan yürür kılan, bu yaratıkların bu özellikleriyle yaratılmalarıdır. Eğer bu özellikler herhangi bir yönde değişecek olsa, gemiler denizde yüzmez. Suyun veya geminin yapıldığı maddenin yoğunluğunun değişmesi, deniz yüzeyine hava basıncı oranının değişmesi, hava ve su akıntılarının değişmesi suyun su kalma sınırı ve hava ile su akıntıların uygun sınırlarını aşacak ölçüde ısının değişmesi gibi... Eğer bu oranlardan hangi yönde olursa olsun bir teki değişecek, gemiler suda yürümez. Tüm bu elverişli şartların varolduğu durumda da, fırtınada dalgalar arasında, Allah'dan başka tutunacakları bir şeyin olmadığı yerde, gemilerin koruyucusu, gözeteni yine Allah'dır. Dolayısıyla onlar her durumda Allah'ın nimeti olan maddeleri yük olarak taşıyorlar, aynı zamanda. Kur'an'ın ifadesi bu anlamların her ikisini de kapsıyor: Onlar görüşe sunulmuşlardır. Onları görmek isteyen görüyor. Onların ne kapalılık ne de gizliliği yoktur. "Şüphesiz bunda çok sabreden çok şükreden herkes için ibretler vardır." Zorluk anında sabreden, sevinçli anlarda şükreden. Sabırla sevinç insanı nöbetleşe elden ele alan iki. psikolojik durumdurlar.

Fakat insanlar ne sabrediyor ne de şükrediyor, yalnız sıkıntı dokunduğunda Allah'a yalvarıyor, Allah onları sıkıntıdan kurtardığında ise çok azı dışındakiler şükretmiyor. (Seyyid Kutub Tefsiri)

32. Denizde iken onları dağlar gibi dalgalar kapladığında, bütün kalpleriyle yalnız Allah'a yalvarırlar.[*] Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca bir kısmı işi gevşetir, imanla inkâr arasında ortada kalır. Bizim âyetlerimizi gaddar ve nankör olandan başkası inkâr etmez.

Bu gibi tehlikeler karşısında -ki onları gölgeler gibi dalgalar sarmış, korkunç denizde gemi şaşkın bir tüye dönüşmüştür- nefisler, sıkıntıdan uzak anlarda kendilerine fıtratlarının gerçeğini gizleyen ve bu fıtratlarla yaratıcı arasındaki bağı koparan aldatıcı güç yetirebilme kuruntusundan soyutlanırlar. Bu engeller ortadan kalkıp fıtrat tüm örtülerden sıyrıldığında Rabb'ine yönelir, dini O'na özgü kılar, O'nun yanında her türlü ortağı reddeder ve her türlü yabancıyı dışlar. İşte bu durumda, insanlar dini kendisine özgü kılarak Allah'a yalvarırlar.

Nefisleri, güçlülük, bilgililik yanılgısından kurtarıp, sarılı oldukları engellerden arındırarak fıtratı mantığıyla yüz yüze getiren denizin korkutuculuğu ve tehlikeliliğinin ilintisi dolayısıyla onların yanında denizin korkutuculuğunun küçük önemsiz kaldığı en büyük korkutucu durumu hatırlatıyor. Soy ve akrabalık bağlarını koparan çocukla baba arasına giren her ferdin her türlü yardım ve dayanaktan yoksun, tüm akrabalık bağlantılarından soyutlanmış olarak tek başına kaldığı günün korkutuculuğunu. (Seyyid Kutub Tefsiri)

33. Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve hiçbir babanın oğlu adına bir şey ödeyemeyeceği oğlun da babası için bir şey ödeyici olamayacağı günden korkun. Allah’ın vaadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, çok aldatıcı (şeytan) da sizi Allah hakkında aldatmasın.[*]

“Kimsenin kimseye faydasının dokunamayacağı günden sakınmak” sadece o günün dehşetinden korkmakla ya da salt bir ahiret inancıyla olmaz. Kimseden şefaat ve medet devşirme imkânının olmayacağı, herkesin sadece kendi yaptıklarına göre değerlendirileceği bilinciyle o güne hazırlık yapmakla olur. “O gün kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacak!” (Abese 80/34-36) “… O gün artık ne aralarındaki kan bağları işe yarayacak ne de birbirlerine soru sorabilecekler!” (Mü’minun 23/101) Bu ayetler o gün, kişinin ne kadar yalnız kalacağını göstermeye yeter. Birileri ne kadar şefaat ve himmet reklamcılığı yaparsa yapsın mahşerde insan sadece yaptıklarıyla ve yalnız başına Allah’ın huzurunda olacaktır. Allah’tan başka ona hiç kimsenin yardım etmek hakkı ve yetkisi olmayacaktır.

“Şeytanın Allah’la aldatması”; “Allah affedicidir, Allah’ın rahmeti geniştir, O her türlü günahı bağışlar, nasıl olsa bir gün tevbe edersin” gibi aldatmacalarla şeytanın insanları günaha teşvik etmesidir. Daha özet bir ifade ile; şeytanın Allah’ın affediciliğini istismar ederek insanları aldatmasıdır. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

34. O saat / mezardan kalkış saati ile ilgili bilgi sadece Allah katındadır. O, yağmuru indirir ve rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez.[*] Allah Alîm’dir; daima bilen ve Habîr’dir; her şeyden haberdar olandır.

Bunlara, “Mugayyebât-ı Hamse” yani “insanların bilemediği beş şey” denmiştir. “Kıyametin ne zaman kopacağını, yağmurun ne zaman yağacağını, rahimlerdekinin erkek mi dişi mi olacağını, kişinin yarın ne kazanacağını ve kişinin nerede öleceğini Allah’tan başka kimse bilmez” denmiştir. Oysa ayette, “yağmurun ne zaman yağacağını, rahimlerdekinin dişi mi erkek mi olacağını siz bilemezsiniz” demiyor. “Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir” diyor. Rahimlerdekinin bilgisi cinsiyet içerikli de değildir. Onun doğup doğmayacağı, doğarsa fıtrî yeteneklerinin ve vasıflarının nasıl olacağı, ayrıca hayatta nasıl bir rol alabileceği hususlarını da kapsıyor. Ama diğer üçüyle ilgili olarak; “kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi yalnızca Allah’a aittir”, “hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez” ve “hiç kimse nerede öleceğini de bilmez” buyuruyor. Dolayısıyla havanın yarın nasıl olabileceğini tahminle ve rahimlerdeki çocukların cinsiyetlerini ultrasonografi yoluyla tespitle kimse Kur’an’ın aciz bırakılacağını düşünmesin! Dünya yaşlandıkça Kur’an gençleşecektir ve her geçen gün Allah’ın mucizesi olduğu daha da iyi anlaşılacaktır. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)