KAF SURESİ

İniş Sırası: 34 • Mushaf Sırası: 50 • Mekki Sure • 45 Ayettir

Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl kurduk ve yıldızlarla nasıl süsledik, onda bir delik ve yarık da yoktur. Yine, yeryüzünü nasıl döşediğimize, oraya sabit dağlar yerleştirdiğimize ve orada her çeşit bitkileri bitirdiğimize bakmazlar mı? Bunlar, bize yönelen her kula gerçeği göstermek ve doğru bilgi vermek içindir. Gökten bereketli su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek taneli ekinler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları. Bunlar, kullarımıza rızık olması içindir. O su ile ölü bir beldeyi canlandırdık. (Öldükten sonra topraktan) çıkış da böyle olacaktır. (Kaf 6-11)

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Kaf. Şerefli Kur’an’a yemin olsun.
2. Aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da, kâfirler[*] şöyle dediler: “Bu şaşılacak bir şeydir.”

Kafir sözlükte bir şeyi örtme anlamına gelir. Allah Kur'an'da çiftçi için kafir kelimesini kullanır. Hadid 20. ayette çiftçi için kafirin çoğulu olan kuffar kelimesi geçer; "kemeseli ğaysin a’cebelkuffare nebatuhu." Ayetteki ifade "bu hayat, bitirdiği bitkilerle çiftçileri hayran bırakan bereketli yağmura benzer" anlamına gelir. Çiftçiye kafir denmesinin sebebi toprağa tohum ekip üstünü toprakla örtmesinden dolayıdır. Allah'ın varlığını red edenlere kafir denmesi de imanlarının üstünü örtüp Allah yokmuş gibi, Allah'ı görmezden gelerek yaşamalarından ileri gelir. Allah'ın yarattığı düzende herkes Allah'ın varlığına ve birliğine şahit olur ve kabul eder. Fakat sonradan bunun üstünü örtüp görmezden gelebilir. Buna delil Al-i İmran 106. ayettir; Bazı yüzlerin ak olacağı, bazı yüzlerin de kararacağı günde, yüzleri kararanlara şöyle denir: "Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!” Hesap günü herkesin inandığını itiraf ettiği gündür. Bu anlamda bir müslüman Allah'ın bir emrini beğenmeyip, onun yerine kendi veya bir insanın görüşünü veya başka bir dinin hükmünü koyarsa, Allah'ın emrinin üstünü örtmüş, kafir olmuştur. Bunun örneği İblis'tir. Bakara 34. ayette şöyle anlatılır; "Meleklere “Âdem’e secde edin!” dediğimizde hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı, büyüklenerek direndi ve kâfirlerden oldu." İblis kendisini haklı görerek Allah'ın emrini kendi düşüncesiyle örttüğü yani kendi düşüncesini tercih ettiği için kafir olmuştur. Allah'ı veya emirlerini örten; görmezden gelen veya beğenmeyen herkes kafir olur. (Onur)

3. Ölüp bir yığın toprak olduktan sonra mı tekrar dirileceğiz? Bu gerçekleşmesi mümkün ve muhtemel olmayan bir dönüştür."[*]

Bilakis onlar kendilerine içlerinden bir korkutucu geldi diye hayret ettiler. Oysa bu konuda hayret edecek bir şey yoktur. Aksine normal bir sağduyunun kolayca ve gönül huzuru ile kabulleneceği normal bir durumdur bu... Yüce Allah'ın insanların arasından kendileri ile aynı hisleri duyan, aynı şeyleri hisseden, kendi dillerini konuşan, hayatlarında ve faaliyetlerinde kendilerine ortak olan dürtülerini ve arzularını anlayan, güçlerini ve tahammül derecelerini bilen bir kimseyi seçmesi normal bir durumdur. Yüce Allah onların aralarından biriyle birini gönderir ki oldukları gibi devam edecek olurlarsa kendilerini bekleyen felaket konusunda onların dikkatini çeksin, doğru yöne nasıl yöneleceklerini onlara bildirsin ve kendisi aralarında yükümlülükleri ilk yüklenen kişi olarak bu yeni yönelişin kendilerine getirdiği yükümlülükleri kendilerine bildirsin diye...Müşrikler peygamberlik kurumunun bizzat kendisini garip karşılamışlar. Ve -özellikle- de bu uyarıcı Peygamberin kendileri ile ilk konuştuğunda söz etmiş olduğu yeniden dirilme konusuna hayret etmişlerdir. Bir kere İslam inanç sisteminde "yeniden dirilme" konusu temel esastır. Bu sistemde yeniden dirilme sistemin üzerine oturduğu ve bu sistemin gerektirdiği üniversal düşüncenin dayanağı olan temeldir. Bir müslüman batılı yok etmek için hak üzere olmalı, şerri ortadan kaldırmak için hayır yardımı ile onun karşısına dikilmelidir, kendisinden istenen budur. Ve yine yeryüzündeki tüm etkinliklerini bunları yaparken yüce Allah'a yönelerek ibadet haline getirmesi gerekir. Her amelin mutlaka karşılığı vardır. Bu karşılık yeryüzü yolculuğunda bazen elde edilemez. Ve yolculuğun en sonundaki kesin hesaba ertelenebilir. O halde mutlaka başka bir dünya olmalıdır ve yine mutlaka öbür dünyada hesap görülmesi için yeniden dirilme kaçınılmazdır... İnsanın ruhunda "ahiret" kavramı çökünce, bu inanç sisteminin kimliği ve yükümlülükleri kavramı kökünden çöker ve sarsılır. Ve böyle bir kişi asla İslam yoluna doğrulup giremez. (Seyyid Kutub Tefsiri)

4. Şüphesiz biz, toprağın onlardan neyi eksilttiğini biliriz. Katımızda her şeyi saklayan bir kitap vardır.[*]

“Toprağın onlardan neleri eksilttiğini bilmekteyiz” ifadesi, Allah’ın yeniden diriltme vaadinin ve ölü bedenlerin dağılıp çürümesi, toprak olması gerçeğini işaret etmektedir. Toprakta çer çöp haline gelen bitkiler bahar yağmuruyla nasıl yeniden canlanıyorsa, insan da öylece yeniden yaratılacaktır. Kaldı ki, Kur’an’ın da çok defa ifade ettiği gibi, yaratılan bir şeyi yeniden meydana getirmek, ilk yaratmaktan çok daha kolaydır.

Ayetin son cümlesindeki “korunan kitap” tan maksat, insanın bütün yaptıklarıyla beraber, ölümü ve yeniden yaratılışı için gerekli olan kayıtlı bilgidir ki, genetik kodlar bu tanıma uymaktadır. Yeryüzünde çürüyüp gittiği zannedilen her şey en ince ayrıntısına kadar insanın eylemleriyle beraber Allah katında sağlam bir yerde koruma altına alınır. Öyle ki; orada onlar ne değişir ne bozulur ne de kaybolur. Hepsi orada muhafaza edilir. İşte Kur’an buna “Levh-i Mahfuz” diyor. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

5. Buna rağmen onlar, [yeniden dirilmeyi inkar edenler,] ne zaman kendilerine tebliğ edildiyse hakikati yalanladılar; ve şimdi bir şaşkınlık içindeler.[*]

Onlar ölümden sonraki hayat düşüncesini peşinen (a priori) reddettiklerinden dolayı bir şaşkınlık içindeler: insan hayatına ilişkin “neden” ve “niçin” sorularına yeterli cevap verememeleri, insanların kaderlerinin birbirinden farklı olması ve tabiatın görünürdeki duygusuz ve kör acımasızlığı, onları şaşırtır: bu problemler, ancak bedenî “ölüm”den sonra hayatın devam edeceğine ve böylece, bütün yaratılışın/oluşun gerisinde bir plan ve amacın yattığına inanmakla çözülebilir. (Muhammed Esed Tefsiri)

6. Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl kurduk ve yıldızlarla nasıl süsledik, onda bir delik ve yarık da yoktur.[*]

Gökyüzü âlemi akıllara durgunluk verecek derecede geniş ve muazzamdır. Dünyamızdan yüzbinlerce defa daha büyük gezegenler uzayda top gibi, saniyede birkaç kilometre hızla yüzerler. Güneş sistemi samanyolu galaksisinin bir köşesine sıkışmış küçük bir yer işgal eder. Oysa daha başka bir milyon kadar galaksi mevcuttur. Bunları yaratıp varlıkta tutan muazzam kudretin ilkin yoktan yarattığı hayatı, ölüm uykusundan sonra diriltmeye gücü yetmez olur mu? (Suat Yıldırım Tefsiri)

7. Yine, yeryüzünü nasıl döşediğimize, oraya sabit dağlar yerleştirdiğimize ve orada her çeşit bitkileri bitirdiğimize bakmazlar mı?
8. Bunlar, bize yönelen her kula gerçeği göstermek[1*] ve doğru bilgi vermek içindir[2*].

[1*] Arkasında olan gerçekleri görsünler diye mana verdiğimiz kelime “ تَبْصِرَةً : tebsıraten” dir. Türkçe’ye basiret olarak geçen bu kelime, görmek anlamından daha fazla anlam içerir. Gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği, uzağı görüş, seziş, anlayış, kavrayış, vizyon anlamlarını kapsar. Basiretli bir şekilde Allah’ın yarattığı ayetler incelenirse, O’nun yazılı ayetleri (Kur’an) ile tam bir uyum olduğu anlaşılacaktır. Bu ancak ilmi çalışmalar yaparak ve sağlam durarak yapılabilir (Bakara 2/269, Al-i İmran 3/190, Ra’d 13/19, İbrahim 14/52). Allah’ın yarattıkları ile Kur’ân arasındaki bu kusursuz uyum sayesinde bu kitabın Allah’ın kitabı olduğunu anlayabiliriz. (Fussilet 41/53)

[2*] Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Müfredât ذكر md.). Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder. (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; onu, kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate almak, akıldan çıkarmamak ve onların üzerine düşünmektir. İnsan bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/209). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

9. Gökten bereketli su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek taneli ekinler bitirdik.
10. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları.
11. Bunlar, kullarımıza rızık olması içindir. O su ile ölü bir beldeyi canlandırdık. (Öldükten sonra topraktan) çıkış da böyle olacaktır[*].

Bitkinin çıkışı ihya ile, insanın yeniden dirilişi ihrac ile ifade ediliyor. Oysa tersi olması lazım. Bununla, bitkinin insanın gördüğü kadar basit olmadığı, insanın yeniden yaratılışının da Allah için sanıldığı kadar zor olmadığı ifade edilmektedir. Ölü toprağa suyla can verme metaforunun geçtiği her yerde, zımnen vahyin ölü yüreklere hayat vermesi hatırlatılır. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

12. Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı[*] ve Semûd da yalanlamıştı.

Ayet metninde geçen "Ress" duvarı örülmemiş kör bir kuyu demektir. "Eyke" ise, dalları sık ve birbirine sarılmış gür ağaçlardır. Eykeliler -ağır basan tercihe göre- Hz. Şuayb'ın kavmidir. Ress (kuyu) sahiplerine gelince, onlar hakkında şu kısa ifadeden başka hiçbir açıklama yoktur. Tübba' kavmi de böyledir. Onlar hakkında da hiçbir açıklama yoktur. Tübba' Yemendeki Himyer krallarının lakabıdır. Yalnız burada sözkonusu edilen kavimler o zamanlar bu Kur'an'ı okuyanlarca bilinmekteydi. (Seyyid Kutub Tefsiri)

13. Âd, Firavun ve Lût’un kardeşleri de.
14. Eyke halkı ve Tubba' kavmi. Bunların hepsi elçileri yalanlayıp, uyardığım(azab)ı hak ettiler.
15. İlk yaratma ile yorulup, aciz mi kaldık ki, yeniden yaratamayalım? Hayır, onlar bu yeni yaratılıştan şüphe içindedirler.[*]

‘Ayiye bi’l-emri ifadesi, biri bir işi nasıl yapacağını bilemediği zaman kullanılır. Hemze yadırgama içindir. Mâna şöyledir: Onların da bildiği gibi, Biz birinci yaratmadan âciz kalmadık ki ikincisinden âciz kalalım. Allah Teâlâ sonra [idrab yoluyla] şöyle buyurdu: Onlar bizim ilk yaratmaya kadir olduğumuzu inkâr etmiyorlar. Öyleyse bunu itiraf etmeleri, yeniden yaratmaya kadir olduğumuzu itiraf etmeyi de gerektirir.

[Hayır onlar tereddüt içindedirler.] Yani kafa karışıklığı ve şüphe içindedirler. Şeytan akıllarını karıştırıp onları şaşkınlığa sevk etmiştir. Hz. Ali’nin (v. 40/661) şu sözü de bu kullanıma örnektir: Yâ Hâri, innehû le-melbûsun ‘aleyke, a‘rifi’l-hakka ta‘rif ehlehû. (Ey Hâri[s]! Durum sana karışık görünür. Hakkı tanı ki, haklıyı tanıyasın.) (Genelde insanlar hakkı; tanıdıkları sevdikleri ya da nefret ettikleri insanlardan hareketle tanımaya çalışırlar. Hz. Ali bunun yanlışlığına dikkat çekerek, hakkın ne olduğunu bilirsen kimin haklı olduğunu anlarsın, diyor. / ed.)

Şeytanın kendilerine durumu karışık göstermesi, ölülerin diriltilmesinin anormal bir şey olduğunu söyleyerek onları ayartmasıdır. Bu yüzden onlar da şu doğru akıl yürütmeyi ihmal ettiler: İlkin inşaya kadir olan yeniden diriltmeye pekâlâ kadirdir.

Şayet (yeniden yaratılış) ifadesi neden nekre (belirsiz) getirildi? (birinci yaratma) gibi o da marife (belirli) getirilmeli değil miydi?” dersen şöyle derim: Nekre (belirsiz) getirilmesiyle bu yeni yaratılışın büyük bir öneme sahip ve çetin bir durum olduğunu, her duyanın onu önemsemesi ve endişe duyması, onu araştırması ve o konuda kafası karışık olarak oturmaması gerektiğini ifade etmek amaçlanmıştır. (Zemahşeri Tefsiri)

BÖLÜM 2
16. Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz, çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.[*]

Ve biz biliriz nefsi ona ne fısıldar, yahut ne ile vesvese verir. Nefsin vesvesesi deyimi, içinden kendine söylediği, gönlünden geçirdiği gizli duygular, cehimler, hatıralar, kuruntular, kararlar gibi bütün iç duyguları kapsar. Söyleneceği şekilde zaptetmekle görevli hafaza (koruyucu) meleklerinin bile henüz farkına varmadıkları derecede gizli olarak insanın gönlüne gelen hatıralar ve nefisle ilgili şeylerin hepsini de Allah bilir. Çünkü yaratıcısıdır. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

***

Ayetin başındaki "Andolsun ki insanı biz yarattık" ifadesi, bu ifadenin dolaylı anlamının gereğine işaret etmektedir. Şöyle ki: Bir aleti yapan elbette ki onun yapısını ve sırlarını başkalarından daha iyi bilir. Halbuki o, söz konusu aletin yaratıcısı değildir. Çünkü o aletin ana maddesini o yaratmamıştır. O halde şekil vermekten ve onu monte etmekten başka bir şey yapmamıştır. Bir aleti yapan, onun sırrını ve yapısını bildiğine göre, insanı yoktan var eden, ona varlık niteliği kazandıran ve yaratan yaratıcı neleri bilmez? Elbette insanoğlu aslında yüce Allah'ın kudret elinden çıkmıştır. O halde insanoğlu, bütün benliği, niteliği, ve sırları ile, kendi ana kaynağını, çıkış noktasını, halini ve varacağı yeri bilen yaratıcısının önünde apaçık ortadadır.

"Ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz."

İşte böylece insan, kendi nefsini apaçık ortada bulur. Kendisinin inkar ettiği ve reddettiği hesap gününe hazırlık olmak üzere nefsini hiçbir perdenin örtemediğini ve içinden geçen her duygu ve fısıltının yüce Allah tarafından bilindiğini görür.

"Biz ona şah damarından daha yakınız..."

İçinde kanının dolaştığı şah damarından daha yakınız ona. Bu her şeye malik olan kutsal kudret elinin avucunu ve dolaysız kontrolü canlandıran bir ifadedir. İnsanın bu gerçeği düşündüğü zaman titrememesi ve kendisini hesaba çekmemesi mümkün değildir. Eğer insan sadece şu ifadenin anlamını kafasında canlandırabilseydi, Allah'ın hoşnud olmayacağı bir tek sözü bile söylemeye ve hatta kabul buyrulmayacak bir tek düşünceyi bile aklından geçirmeye cesaret edemezdi. İnsanın sürekli bir kaçınma, devamlı bir korku ve hesaba çekilmeyi asla dikkatten kaçırmayacak şekilde uyanıklık içinde yaşaması için şu bir tek ayet bile yeterlidir. Ancak ne var ki Kur'an-ı Kerim, kutsal kontrol kavramını pekiştirmek için konudan konuya geçiyor. Bir de bakıyor ki insanoğlu, yaşarken, hareket ederken, uyurken, yerken, içerken, konuşurken, susarken ve bütün yolculuklarını yaparken sağından ve solundan kendisi için görevlendirilmiş iki melek arasındadır ve her hareket ve sözünü daha anında almakta ve yazmaktadırlar. (Seyyid Kutub Tefsiri)

17. İki melek onun sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadır.
18. Bir söz sarfetmeye dursun, yanındaki gözcü hemen zaptediverir.[*]

İnsanlar yirminci asırda sesleri ve görüntüleri kaydeden nice aletler geliştirdiler. Bu aletler Allah’ın kâinatta zerrelere yaptırdığı kayıt işlemini tesbit etmeye çalışmaktadırlar. Allah’ın melekleri bu aletlere muhtaç değildirler. İnsanın kendi vücudu ve çevresindeki şeyler, onun bütün yaptıklarını ve konuştuklarını en ince ayrıntıları ile kaydeden bir kamera veya teyp gibidir. Kıyamet günü, kendi kulağı ile dünyada söylediklerini işitecek ve yaptıklarını gözleriyle görecektir. Demek Allah kullarına sırf kendi ilmine göre muamele etmeyecek, bilakis adâletin: iddia, delil, inkâr, şahit, savunma gibi bütün şartlarını yerine getirecektir. (Suat Yıldırım Tefsiri)

19. Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldiğinde,[*] "Ey insan! İşte bu senin öteden beri kaçtığın şeydir" denir.

“Ölüm sarhoşluğu” ifadesi, ölümün bir nevi genel anestezi gibi bir anlık bir geçiş olduğunu ortaya koymaktadır. Yani ölüm dünya hayatından ahiret âlemine geçiş esnasında dünyaya ait olan bedenin bütün uzuvlarıyla işlevsiz kalması ve görevinin sona ermesidir. Ama insanı insan yapan ruhu girdiği yolda hayatına başka bir âlemde devam etmektedir. Daha özet bir ifadeyle; ölüm, dünya hayatındaki enerjinin kesilmesidir. Elektrik (ruh) var olduğu müddetçe başka bir âlemde hayat yeni bir bedenle vücut bulmaya devam edecektir. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

20. Sura üflenir; işte bu tehdit edildiğin gündür.
21. Herkes, yanında bir sürücü ve bir de şahitle beraber gelir.[*]

“Sevk edici ve şahit.” Biri onu mahşer yerine sevk edecek, diğeri ise yaptıklarına tanıklık edecek olan iki melektir. Veya her iki görevi kendisinde bulunduran bir melektir; bir bakıma “Yanında onu sevk eden ve şahitlik eden bir melek vardır” denmektedir. (Zemahşeri Tefsiri)

22. Allah ona buyurur: “Sen bundan gaflet[*] içindeydin. İşte gözünün önünden perdeyi kaldırdık, şimdi artık gözün pek keskindir! ”

Gaflet, kişinin bütün bedenini bürüyen bir örtü veya herhangi bir şeyi görmesine engel olacak şekilde gözlerini kapatan bir perde gibi kabul edilmiştir. Kıyamet günü geldiğinde ise uyanır, gafleti ve gafletin oluşturduğu perde yok olur, o da daha önce göremediği gerçeği görmüş olur. Gafletinden dolayı görme yetisi azalmış gözü, artık uyandığından dolayı keskinleşir. (Zemahşeri Tefsiri)

23. Yanındaki (sürücü): "Bu, yanımdaki hazırdır" der.
24. (Allah sürücü ve şahide buyurdu ki): "Haydi ikiniz, atın cehenneme her inatçı nankörü!"
25. Hayra engel olan, saldırgan, şüpheciyi."
26. Allah ile beraber başka bir ilâh oluşturanı[*] ise en ağır azaba atın.

Bu, yalnızca ilahî vasıflar izafe edilen gerçek veya hayalî varlıkların veya güçlerin kutsanmasını değil, aynı zamanda insanların adeta dinî bir coşku içinde sarıldıkları sahte/düzmece değerlere ve gayriahlakî kavramlara “tapınma”yı da kapsar. (Muhammed Esed Tefsiri)

27. Yanındaki arkadaşı[*] (şeytan) der ki: "Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklık içindeydi."

"Yakını ona der ki": Bu yakının, dünyada o kafire musallat olup, ahirette beraber sevkedilen şeytan olduğu şu sözünden bellidir. "Ey Rabbimiz onu ben azdırmadım." Demek oluyor ki, (insan) "Ya Rab! Beni bu azıttı" diye özür beyan edip şikayet etmek istemiş, o da bu yolda cevap vermiştir. "Fakat kendisi uzak bir sapıklık içinde idi." Yani kendisi haktan uzağa sapmış bulunuyordu da ben ona öyle yanaştım. "Benim size karşı bir hakimiyetim yoktu" "Ancak sizi davet etmiştim" (İbrahim, 14/22) der. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

28. Allah: "Huzurumda çekişmeyin.[*] Ben size daha önce uyarı göndermiştim.

“‘Benim huzurumda çekişmeyin’ dedi.” Tıpkı “Yoldaşı dedi ki…” (27) cümlesinde olduğu gibi yeni bir ifadedir. Sanki “Peki Allah ne dedi?” diye sorulmuş, bunun üzerine; “Huzurumda çekişmeyin! buyurdu” şeklinde cevap verilmiştir. Mâna şöyledir: Şu hesap ve ceza yurdunda ve duruşma esnasında çekişmeyin; çünkü çekişmenizin hiçbir faydası ve yararı yok ve size hiçbir şey kazandırmaz. Ben indirdiğim kitaplarda ve gönderdiğim elçilerimin vasıtasıyla azgınlaştığınız takdirde azabımı göreceğinizi size haber vermiştim. Bana karşı ileri sürebileceğiniz hiçbir bahane bırakmamıştım. Sonra şöyle buyurdu: Uyarmış olduğum şu duruma karşılık sizi affetmek suretiyle sözümü ve tehdidimi değiştirmemi beklemeyin. “Ben,” yani azabı hak etmeyene azap ederek “kullarıma zulmedici değilim.” (Zemahşeri Tefsiri)

29. Benim katımda söz değişmez; Ben kullara asla zulmetmem" der.
BÖLÜM 3
30. O gün cehenneme "Doldun mu?" deriz. O da "Daha var mı?" der.[*]

Bu tablonun tamamı karşılıklı konuşma tablosudur. Ve bu tabloda cehennem, karşılıklı konuşmayı gerçekleştiren bir taraf olarak ortaya çıkıyor. Soru ve cevaplarla hayret ve dehşet verici bir tablo çıkıyor ortaya... İşte tüm inkarcı ve inatçılar. Malî yükümlülüklerini yerine getirmeyenler, zalimler ve şüpheciler... Bu yığın yığın insanlar ardarda cehenneme atılıyorlar, küme küme cehenneme yuvarlanıyorlar. Sonra cehenneme sesleniliyor: "Doldun mu?" Yeter mi? Fakat cehennem yediklerinin tadına varırcasına daha da tutuşuyor. Ve yemeğe düşkün obur bir kimsenin doygunluğu içinde "Daha yok mu?" diyor. Aman ne dehşetli, ne korkunç bir manzara...

Bu dehşetin karşı yakasında başka bir tablo daha var. Rahat mı rahat. Candan mı candan. Güzel mi güzel. Hoş mu hoş. Bu sahnede cennet var. Bu cennet müttakilere yaklaştırılıyor, yaklaştırılıyor nihayet güzel bir karşılama ve şereflendirme ile yakından karşılarına çıkıyor. (Seyyid Kutub Tefsiri)

31. Cennet de takva[*] sahiplerine yaklaştırılır. Zaten uzakta değildir.

Sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, çekinmek” anlamlarındaki vikāye mastarından türeyen takvâ, Allah'a karşı yanlış yapmaktan çekinmek, sevgisini kaybetmekten korkmak, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımak, bunun için de kendini yanlışlardan ve günahlardan korumak demektir. Bu özeni gösteren insanlara müttaki denir. Bakara ikinci ayette Kur'an'ın müttakiler için rehber olduğu ifade edilir. İşte o Kitap budur. Bu konuda şüphe yoktur Müttakîler/yanlışlardan sakınanlar için rehberdir. Bu rehbere uyan yanlışlardan ve günahlardan korunmuş, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşadığını göstermiş olur. Bu aynı zamanda insanların Allah katındaki kıymetlerini, derecelerini gösterir. Allah katında üstünlük ancak takvanın derecesiyle orantılıdır. Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Allah bilendir, (her şeyden) haberdar olandır. (Onur)

32. (Onlara şöyle denir) “İşte bu (cennet) size vaat edilen şeydir. Daima Allah’a yönelen ve kendini koruyan herkese...
33. Görmediği halde Rahman’a[*] karşı, içi titreyerek korku duyan ve içten Allah’a yönelmiş bir kalp ile gelen içindir.

Burada Allah yerine Rahmân isminin gelmesi, “O’nun Rahmân olduğunu bilmesine rağmen içi titrer” yan anlamını da verir. Zımnen: O’nun sevgisini kaybetme korkusuyla titrer. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

34. Bu [cennete] huzur içinde girin; bu, ebedi hayatın başladığı Gündür!"
35. Onlar orada arzu ettikleri her şeye sahip olacaklar, ama (bilsinler ki) katımızda daha fazlası da var.
36. Bunlardan (Kureyşlilerden) önce, nice nesilleri helak ettik. Onlar bunlardan daha güçlülerdi. Diyar diyar dolaşmışlardı (Şimdi) Kaçabilecekleri bir yer mi var!
37. Bunda, (Allah’a yönelmiş) bir kalbe sahip olan[*] veya şahit olarak (anlayıp kavrayarak gerçeklere) kulak veren kişi için doğru bilgiler vardır.

Allah’a yönelmiş bir kalbe sahip olan kişi, duygularının etkisi altında kalmayan, aklı ile duygularını aynı doğruda birleştiren kişidir (Hac 22/46). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

38. Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde (altı evrede) yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı.[*]

Bu pasajın bütünü (36-38. ayetler), “kalbi açık herhangi biri” tarafından kavranabilir olan Allah’ın kudretini vurgulamaktadır. Yukarıda, Allah’ın evreni “altı devrede” yarattığı ifadesi, Kur’an’ın nüzul kronolojisi içinde ilktir. Bu bağlamda vurgulanması gereken husus, eski Arap dili kullanımında yevm (gün) teriminin her zaman yirmidört saatlik “yeryüzü günü”nü göstermeyip aynı zamanda uzun ya da kısa herhangi bir zaman dilimini ifade ettiğidir. Burada ve Kur’an’ın başka yerlerinde kozmik bir anlam ile kullanılan eyyâm (günler) çoğul ismi ise, en doğru olarak “devre” şeklinde çevrilebilir. Allah’ın yaratma sürecinden “yorulması”nın imkansızlığının vurgulanması, bu pasajı bu surenin 15. ayetine bağlamakta ve böylece, Allah’ın ölüyü yeniden diriltme kudretine işaret etmektedir. (Muhammed Esed Tefsiri)

39. Sen onların söylediklerine sabret / duruşunu bozma! Güneşin doğmasından önce de batmasından önce[1*] de her şeyi güzel yapmasına karşılık Rabbine ibadet et[2*].

[1*] Güneşin doğmasından öncesi gece, batmasından öncesi de gündüzdür. Akşam, yatsı ve sabah namazları gece, öğle ve ikindi namazları da gündüz kılınır.

[2*] Farz namazların vakitlerini gösteren iki ayet “Namazı kıl!” emriyle başlar (Hud 11/114, İsra 17/78). Farz ve nafile namazların vakitlerini birlikte ifade eden ayetlerde ise “tesbih et” ifadesi kullanılır (Taha 20/130, Rum 30/17-18, Tur 52/48-49, İnsan 76/26). Türkçede tesbih etme fiili yalnızca belli sözlerin tekrar tekrar söylenmesi şeklinde anlaşıldığı için bu sözcük yerine “ibadet et” fiili kullanılmıştır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

40. Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından da ibadet et[*].

Ayette geçen "secdeler" ifadesi çoğuldur. Arapçada çoğul, üç ve daha fazlasını gösterir. Her rekatta iki secde yapıldığı için (Nisa 4/103) bu ayette verilen tesbih/ibadet emri, iki rekâttan yani en az dört secdeden sonra yapılan (ilk ve son) oturuşlarda yerine getirilir. Nebimizin, secdelerin ardından oturduğunda Tahiyyatı okuması ve bunu ümmetine de öğretmesi, ayetteki bu tesbih/ibadet emrinden dolayıdır. "Gecenin bir bölümünde" yapılan tesbih/ibadet ise bir miktar uyuyup uyandıktan sonra kılınan teheccüd namazıdır (Secde 32/16). Bu namaz Nebimize farzdır (İsra 17/79). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

41. Çağırıcının yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver.
42. Yani (insanların) o yüksek sesi bütün gerçekliği ile duyacakları gün (hepsi kabirlerden çıkacaktır). İşte bu, çıkış günüdür.”
43. Yaşatan ve öldüren ancak biziz, biz. Dönüş de bizedir.
44. O gün yer onlar(ın üstün)den yarıl(ıp açıl)ır, (çağırana doğru) sür’atle koşarlar. İşte bu, toplamadır; bize göre kolaydır.
45. Biz onların ne söylediklerini daha iyi biliyoruz. Sen onların üzerlerinde bir zorlayıcı değilsin. O halde sen tehdidimden korkanlara Kur’an’la öğüt ver.[*]

"Biz onların ne dediklerini biliyoruz." Bu yeter sana. Bu bilgi onların kötü akıbeti demektir. Bu ifade korkunç ve kapalı bir tehdid taşıyor. "Sen onların üstünde bir zorlayıcı değilsin." Evet zorba değilsin ki onları iman etmeye ve tasdike zorlayasın. Bu konuda yetki sana verilmemiştir. Bu ancak bize aittir, ancak bize... Biz onları gözetleyiciyiz. İşleri bize teslimdir onların... "Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver." Kur'an kalpleri tutar ve yerinden oynatır. Dikkatli olan ve kalpleri yerinden söken gerçeklerle bu tarzda yüzyüze gelince korkup ürperen, hiçbir kalp Kur'an karşısında asla duramaz. (Seyyid Kutub Tefsiri)