HAŞR / SÜRGÜN SURESİ

İniş Sırası: 101 • Mushaf Sırası: 59 • Medeni Sure • 24 Ayettir

Ateş halkıyla cennet halkı bir olmaz. Kurtulanlar, ancak cennet halkıdır. Eğer biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler diye veriyoruz. (Hasr 20-21)

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'a boyun eğer. O Azîz'dir; daima üstündür, Hakîm'dir; doğru kararlar verir.
2. O, kitap ehlinden inkâr edenleri ilk toplu sürgünde yurtlarından çıkarandır. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah’tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah’ın emri onlara ummadıkları yerden geldi. O, yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem de mü’minlerin elleriyle yıkıyorlardı. Ey basiret sahipleri, ibret alın.[*]

Nadīr oğulları, Peygamber (s.a.) ile “lehinde veya aleyhinde bulunmamak” üzere [bir tarafsızlık] anlaş[ması yap]mışlardı. Bedir günü Peygam- ber galip gelince, “ Tevrat’ta anlatılan; sancağı yere düşmeyecek (muzaffer) peygamber işte budur!” dediler. Fakat Müslümanlar Uhud günü hezimete uğrayınca, şüpheye düşüp anlaşmayı bozdular. [Bu arada, reisleri] Kâ‘b b. Eşref kırk süvari ile Mekke’ye doğru yola çıktı ve Kâbe’nin yanında Kureyş’le Hazret-i Peygamber aleyhine bir antlaşma yaptı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.) Ensār’dan Muhammed b. Mesleme’ye (v. 43/663) emretti; o da bir suikastle sütkardeşi olan Kâ‘b’ı öldürdü. Sonra Hazret-i Peygamber lifle dizginlenmiş bir merkep üzerinde, onlara sabahleyin müfrezelerle baskın yaptı ve: “ Medine’den çıkacaksınız!” dedi. Onlarsa: “Ölüm bize bundan daha hoş gelir!” diyerek birbirlerini savaşa kışkırttılar. -Çıkış hazırlıkları için Peygamber’den (s.a.) on günlük mühlet istedikleri de söylenmiştir.- Münafık Abdullah b. Übeyy ve adamları Yahudilere gizlice: “Kaleden çıkmayın! Şayet sizinle savaşacak olurlarsa biz sizinle beraber olur, sizi yalnız bırakmayız. Siz çıkarsanız biz de mutlaka sizinle beraber çıkarız.” diye haber gönderdiler. Yahudiler de bunun üzerine, kale sokaklarını tıkayıp daralttılar ve tahkim ettiler. Hazret-i Peygamber onları yirmi bir gece kuşatma altında tuttu. Nihayet Allah onların kalplerine korku salıp, münafıkların yardımından umut kesince barış talebinde bulundular. Hazret-i Peygamber ise “deve başına üç hane düşecek şekilde geçimlik eşyalarından diledikleri kadar yükleyerek sürgün edilmeleri” seçeneği dışında tekliflerine yanaşmadı. Böylece Şam’a, Eriha’ya ve Ezriat’a sürgün edildiler. Ancak içlerinden Ebû Hukayk ve Huyeyy b. Ahtab sülalelerinden oluşan iki hane halkı Hayber’e, bir grup da Hîre’ye iltihak ettiler. (Zemahşeri Tefsiri)

3. Allah, sürgünü yazmasaydı[*], dünyada onlara başka şekilde azap ederdi. Onlara Ahirette ateş azabı da vardır.

Bu, Allah’ın eskiden beri uyguladığı kanunudur. Kim Allah ve elçisi ile savaşırsa kaybetmeye mahkumdur. Bkz: Ahzab 33/62, Fetih 48/22-23. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

4. Bunun sebebi şudur: Onlar Allah'a ve Elçisine karşı geldiler; kim Allah'a karşı gelirse (bilsin ki) Allah'ın azabı çetindir.
5. (O ihanet eden Yahudilerin kendilerine siper edindikleri) hurma ağaçlarından her ne kesmiş veya kökü üzere bırakmış iseniz, hepsi de Allah'ın izniyle olmuştur.[*] Ve (bu izin) yoldan çıkmışları rezil etmek içindir.

Müslümanlar, Nadiroğullarını abluka altına alınca, Yahudilerin kendilerine siper edindikleri hurma ağaçlarını kesmişlerdi. Oysa İslam’ın savaşlardaki prensiplerinden biri de savaşılan yerdeki ağaçların kesilmemesidir. Bir savaş taktiği ve istisna olarak bu kuşatmada bu prensibe riayet edilmemişti. Bu durumdan rahatsızlık duyanlar olunca, Allah yapılan işlerin kendi izniyle gerçekleştiğini bildiren bu ayeti gönderdi. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

***

Normal şartlar altında, ağaçları kesmek, sınırları aşmak olur. Ancak savaş şartlarında, savaşın gereklilikleri Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde yapılır. Kur’an’dan savaş hukuku çalışması yapmak isteyenler için başvurulacak önemli ayetlerden biridir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

6. Ey inanıp güvenenler! Allah'ın elçisine fey[*] olarak verdiği şeyler için siz, ne at ne de deve koşturdunuz. Ama Allah, elçilerini, tercih ettiği kimselere üstün kılar. Allah, her şeye ölçü koyar.

Fey, düşmanın, savaşmadan çekildiği yerlerden ele geçen ganimetlerdir. Feylerin paylaştırılması yöntemi ile savaşarak elde edilen ganimetlerin paylaştırılması yöntemi farklıdır (Enfal 8/ 1, 41). (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

7. Allah'ın, o kentlerin halkından alıp Elçisine fey olarak verdiği şeyler; Allah için, elçisi ve yakınları için, yetimler, çaresizler ve yolcular içindir. Böylece onlar, içinizden zenginler arasında dolaşan bir servet haline gelmez. Elçi size ne verirse onu alın ve sizi neden men ederse ondan geri durun.[*] Allah'tan çekinerek korunun; Allah'ın cezası pek ağır olur.

Bazıları “Resul size neyi verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.” ifadesinin Hz. Peygamberin de hüküm koyabileceği ve şeriat yapabileceği konusunda yetkili kılındığı anlamına geldiğini iddia etmektedir. Oysa burada ganimetlerin taksiminden söz edilmektedir, Hz. Peygamberin şeriatinden değil. Yani “ganimetlerden resul size neyi veriyorsa onu alın neyi de almayın diyorsa onu da almayın” demektir. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

8. O mallar, özellikle Allah’ın ikramını ve rızasını elde etme, bir de Allah’a[*] ve Elçisine yardım etme arzusu taşıdıklarından dolayı, yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan muhacirler (göçmenler) içindir. Özü sözü doğru olanlar işte onlardır.

Allah'a yardım, Allah'ın dinine yardımdır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

9. Onlardan önce Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olanlar (ensar), kendilerine sığınanları severler; onlara verilen bu (feyden) mallardan dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Ellerinde bir şey olmasa bile onları kendilerine tercih ederler.[*] İçlerinde olan kıskançlıklardan korunanlar umduklarına kavuşacak olanlardır.

Îsâr kavramı, “kendisi muhtaç olmasına rağmen kardeşini kendine tercih edebilmektir.” Bunu müslümanların bir hayat tarzına dönüştürmesi gerektiğini Hz. Muhammed de sözlerine konu edinerek bizleri uyarmıştır. Hz. Peygamber’den şöyle nakledilmektedir: “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de isteyinceye kadar iman etmiş olmaz” (Müslim, İmân, 71). Benzer mesaj: Teğâbun 64:16. (Mehmet Okuyan Tefsiri)

10. Onlardan sonra gelenler de şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi affet; kalplerimizde, inananlara karşı bir düşmanlık bırakma! Rabbimiz, sen Raûf'sun; çok şefkatlisin, Rahîm'sin; ikramı bol olansın."[*]

Bu ayetten anlıyoruz ki; ölen geçmişlerimiz için yapabileceğimiz en güzel şey onlar için, Allah’tan af dilemektir. Nuh suresinin 71/28. ayetinde Nuh peygamberin; “Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla! …” ve İbrahim suresinin 14/41. ayetinde, Hz. İbrahim’in; “Ey Rabbimiz! Amellerin hesaplanacağı gün beni, anamı, babamı ve müminleri bağışla!” şeklinde yaptığı dualar da bu konuda gerekli mesajı vermektedir. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

BÖLÜM 2
11. Münafıkların, kitap ehlinden inkâr eden kardeşlerine, “Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, kesinlikle biz de sizinle birlikte çıkacağız. Sizin aleyhinizde kimseye asla uymayacağız. Eğer sizinle savaşırlarsa kesinlikle size yardım edeceğiz” dediklerinden haberin yok mu? Allah onların göz göre göre yalan söylediklerine tanıklık ediyor.[*]

Bu ayetler, Yahudilerden Nadiroğullarının Medine’den sürgün edilmeleri sırasında nazil olmuştur. Hz. Peygamber Nadiroğullarına hazırlanıp eşyalarını toparlaması için bir süre vermişti. Bu süreyi fırsata dönüştürmek isteyen Abdullah b. Übey gibi bazı münafıklar Nadiroğullarına haber göndererek kendilerine sahip çıkacaklarını, Medine’yi asla terk etmemeleri gerektiğini ve gerekirse birlikte savaşabileceklerini bildirmişlerdi. (Cemal Külünkoğlu Tefsiri)

12. Andolsun ki, eğer (kardeşleri olan Nadiroğulları Medine'den) çıkarılsalar (bile bunlar) onlarla beraber çıkmazlar. Eğer onlarla savaşılsa, onlara yardım etmezler. Yardım etmeye kalksalar bile zoru görünce arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra (Allah onları helak eder ve) kendilerine de yardım edilmez.[*]

Bu âyetler nifakın bir inanç problemi olmaktan çok bir “inanç ahlâkı” problemi olduğunu gösterir. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

13. Onların kalplerinde size karşı duydukları korku, Allah’a karşı duydukları korkudan daha baskındır. Bu, onların anlamaz bir toplum olmaları sebebiyledir.[*]

Onlar Allah’a inanmadıklarından yahut en azından inanç konusunda yarım-gönüllü olduklarından, bu dünyada karşılaşacakları maddî/somut tehlikeler onları Allah’ın nihaî yargısı düşüncesinden daha fazla korkutur. (Muhammed Esed Tefsiri)

14. Onlar sizinle topluca savaşamazlar. Ancak surla çevrilmiş kalelerde veya surların arkasından savaşırlar.[1*] Kendi aralarındaki düşmanlıkları şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri darmadağınıktır. Bunun sebebi onların akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarıdır.[2*]

[1*] Bunun anlamı şudur: “Onlar size karşı gerçekten birleşik bir cephe kurmuş olabilseler bile -ki bunu başaramadılar- yalnızca sağlam gördükleri ‘mevziler’de kalarak seninle savaşmaya devam ederler.”

[2*]Zımnen, “kendileri için iyi olan şeyi yapabilmek açısından”: doğru bir inanışa ve sağlam ahlakî ölçülere sahip olmayan bir halkın kendi aralarında gerçek bir birliğe asla ulaşamayacaklarına ve birbirlerine karşı her zaman saldırgan davranacaklarına işaret. (Muhammed Esed Tefsiri)

15. Onların durumu, kendilerinden az bir zaman önce yaptıklarının cezasını (Bedir'de) tatmış olan (Mekkeli müşriklerin) durumu gibidir.[*] Onlara (ahirette de) elem dolu bir azap vardır.

Buradaki tarihsel atıf, hem yaptıklarının acısını Bedir’de tadan Müşriklere hem de sürülen ilk Yahudi kabilesi olan Kaynukaoğullarınadır. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

16. Yahudileri savaşa teşvik eden münafıkların durumu ise tıpkı şeytan'ın durumuna benzer ki o, insana: “Dine inanma, reddet! ” diye telkin eder. O kendisine kulak verip kâfir olunca da şöyle der: “Ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbinden korkarım! ”
17. Nihayet ikisinin de (şeytanın da kandırıp inkâra götürdüğü kişinin de) âkıbeti, içinde yerleşip kalmak üzere Ateşe girmektir. İşte zalimlerin cezası budur.
BÖLÜM 3
18. Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan sakının! Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
19. Aman ha, şu kimseler gibi olmayın ki; onlar Allah’ı unuttular, Allah da onlara kendilerini unutturdu![*] İşte onlar, evet onlardır fâsık olanlar.

Bir önceki âyet “sorumlu davranma” çağrısıydı, bu âyet ise “sorumsuzluğa karşı” uyarı. Tevbe 68 ile de teyit edilen bu psikanalitik ifade, nifak psikolojisinin iç yüzünü ortaya serer. Zımnen: Münafık yalnızca başkalarına münafıklık yapmaz. Nifakı giderek öyle benimser ki, artık kendi kendisinin de münafığı olur. Kendi kendini unutmak budur. Kendini unutan kendine yabancılaşır, kendine yabancılaşan giderek kendisiyle kavgalı hale gelir. Kendini unutandan, şahdamarından yakın olan Allah’ı hatırlaması beklenemez. Dolayısıyla insanın kendine uzaklaşması, aynı anda Allah’tan uzaklaşması anlamına gelir. Tıpkı tersinin de doğru olduğu gibi. İnsanın Allah’ı unutmasından Allah zarar görmez, fakat bu kendine yabancılaşmayı getirdiği için, insan zarar görür ve hepten kaybeder. Nüzul ortamıyla uyumlu olarak bu âyet şöyle de anlaşılabilir: ‘Onlar Allah’ı unuttular, Allah da o yahudilere ve münafıklara birbirlerini unutturdu.’ Zira münafıklar, yardıma gelme vaadiyle kışkırttıkları yahudilerin yardımına gelmemişler, verdikleri sözü unutmuşlardı. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

20. Ateş halkıyla cennet halkı bir olmaz. Kurtulanlar, ancak cennet halkıdır.
21. Eğer biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler diye veriyoruz.[*]

Bu gerçeği ortaya koyan bir tablodur. Gerçekten bu Kur'an'ın öyle bir ağırlığı öyle bir gücü ve etkisi vardır ki onu gerçek anlamıyla algılayan hiçbir varlık yerinde duramaz, ona dayanamaz. Hz. Ömer "Andolsun Tur'a yayılmış derilere yazılmış kitaba, onarılan eve yükseltilen tavana dalan denize andolsun ki, Rabbinin azabı kesin gelecektir. Onu savacak kimse de yoktur" ayetlerini okuyan bir adamın sesini işittiğinde öyle sarsılmış, öyle irkilmişti ki bir duvara dayanmış, sonrada zar zor kendini evine atmıştı. Meydana çıkan rahatsızlığından dolayı bir ay boyunca evine ziyaretçi gidip gelmiştir.

İnsanın vicdanı açık olduğu bir zaman diliminde Kur'an gerçeğinden bir şeyle karşılaşması, onu ciddi biçimde sarsar ve içini ürpertir. Orada değişimler ve dönüşümler meydana gelir. Tıpkı mıknatıs ve elektriğin maddeler dünyasında cisimleri etkiledikleri gibi. Hatta daha da fazla...

Dağları yaratan ve Kur'an'ı indiren Allah buyuruyor ki: "Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik muhakkak ki onu Allah korkusundan ürpermiş ve parça parça olmuş görürdün:' Kur'an'ın kendi bünyeleri üzerindeki dokunuşunun etkisini hissedenler bu gerçeği Kur'an'ın parlak ve büyüleyici üslubundan başka şekilde ifade edilemeyecek biçimde ondan zevk alırlar.

"Bu örnekleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz: '

Gerçekten bu ifade, düşünüp değerlendirmeleri için kalpleri uyarmaya en uygun ifadedir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

22. O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır. Gaybı da, görünen âlemi de bilendir. O, Rahmân’dır; İyiliği sonsuz, Rahîm’dir;ikramı bol olandır.
23. O, Allah’tır; kendinden başka ilah olmayan, Melik; bütün yetkiyi elinde tutan, Kuddûs; yaptığını tertemiz yapan, Selâm; esenlik ve güvenlik veren, Mümin; güven veren, Müheymin; görüp gözeten, Azîz; her şeyden üstün olan, Cebbâr; buyruğunu her şeye geçiren, Mütekebbir; büyüklenmeyi hak edendir. Allah, onların ortak saydıklarından uzaktır.
24. Allah'tır O! Haalik; yaratandır. Bâri'; yarattığını farklı farklı yaratır. Musavvir'dir yarattıklarına şekil verendir. En güzel isimler / sıfatlar O'nundur. Göklerde ne var, yerde ne varsa O'nu tespih eder. Azîz'dir; üstündür, Hakîm'dir; doğru kararlar verir.