GAŞİYE / SARIP KAPLAYAN SURESİ

İniş Sırası: 68 • Mushaf Sırası: 88 • Mekki Sure • 26 Ayettir

Fotoğrafçı : Derek Burdeny

(İnsanlar) bulutlara bakmazlar mı, nasıl yaratılmış? Gökyüzüne, nasıl yükseltilmiş? Dağlara, nasıl dikilmiş? Yeryüzüne, nasıl yayılıp döşenmiş? (Gaşiye 17-20)

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Gâşiye’nin / dehşeti her tarafı saracak olan o felâketin mahiyeti Nitelik, vasıf, öz, asıl, esas. hakkında elbet sen de bilgi sahibi oldun.
2. O gün kimi yüzler asık.
3. Çalışıp yorgun düşmüş gibi olacak[*]!

Kâfirlerin ahiretteki görüntüleri, istiare-i temsiliyye (alegori) denen mecazi anlatımla canlandırılmıştır. İstiarede benzetme edatı gizlenir ama bu mecaz, gerçek sanıldığı için burada benzetme, tarafımızdan “gibi” sözüyle açığa çıkarılmıştır. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

4. Kızgın bir ateşe girecek.
5. Kendilerine çok sıcak bir kaynaktan su içirilecek.
6. Kuru dikenden başka yiyecekleri de olmayacaktır.
7. Bu diken ne besleyicidir, ne de açlığı giderir.[*]

Nimete erenlerin sahnesinden önce, hemen azaba uğrayanların sahneleri sunulmuştur. Çünkü bu "Gaşiye: Kıyamet"in atmosferine ve çağrışımlarına daha yakındır ve daha uygundur. O gün ortada korkan, küçümsenen, yorgun ve bitkin yüzler (kimseler) vardır. Çalışıp yorulan ancak yaptığına sevinemeyen sonuçtan hoşnut olmayan, yaptığına karşılık olarak bula bula ancak sorumluluğu, zararı, bulan ve bunun sonucu hoşnutsuzluğu, bitkinliği ve sorumluluğu kat kat artan kimseler vardır. Bu kimseler "zor işler altında bitkin düşmüşlerdir." Bunlar Allah için çalışmamışlardır, (amel etmemişlerdir) Allah'ın yolundan başka yol, uğruna yorulmuşlardır. Bu kimseler kendileri ve çocukları için çalışmışlardır. Kendi dünyaları ve dünya arzusu uğruna yorulmuşlar sonra da bu çalışma ve yorulmanın sonucunu bulmuşlardır. Dünyada ahiret sermayesi olan yorgunluk ve sıkıntı olarak, ahirette de azabagötüren bir karaltı şeklinde... Bu kimseler, artık önemsenmezler, sorumludurlar, yüzükoyun düşmüşlerdir, arzularına ulaşamamışlar, korku içinde kendi sonları ile yüz yüzedirler.

Bizlerin ahirette yapılacak bu azabın içyüzünü bu dünyada kavrayamayacağımız açıktır. Azabın bu niteliklerlesunulması bu manzaranın bizim insani duyularımıza dokunup da önemsiz hale gelmekten, zayıflıktan, arzusuna ulaşamayıp mahrum kalmaktan, kızgın ateşin yakıp kavurmasından ve kızgın su ile serinlemekten ve susuzluğunu gidermekten oluşan, develerin bile acılığına dayanamadığı hiçbir yararı ve faydası olmayan diken ile gıdalaşmanın da eklendiği "elem olgusu"nu kafamızda canlandırabildiğimiz kadar canlandırabilmemiz içindir. İşte bu algıların toplamından, duyularımızda elemin en son derecesi hakkında bir fikir ve kavram oluşur. Ahiret azabı ise bundan da öte daha da şiddetlidir. Nasıl olduğunu da -Allah korusun- ancak onu tadanlar anlarlar. (Seyyid Kutub Tefsiri)

8. O gün birtakım yüzler de vardır ki, nimet içinde mutlu olacaklar.
9. Emeklerinin neticesini almadan ötürü gayet memnundurlar.
10. Onlar yüksekçe bir bahçede olacak,
11. Ve orada asla boş (ve kötü) bir söz işitmeyecekler.
12. Orada akan berrak pınarlar...

Lafzen, “bir pınar” -ama, Zemahşerî ve İbni Kesîr’in işaret ettiği gibi, tekil biçimdeki kullanılış, burada “pınarların çokluğu”na işaret eden bir cins ismi anlamı taşımaktadır. Bu hayat veren nesne mecazı, Kur’an’daki cennet tasvirlerinde sıkça kullanılan “ırmaklar” (enhâr) ifadesi ile benzerdir. (Muhammed Esed Tefsiri)

13. Yüksek koltuklar...
14. Hazırlanmış kadehler...
15. Sıra sıra yastıklar..
16. Ve serilmiş halılar...[*]

Nimetin veya azabın şeklini araştırmaya kalkışmak ve bu uğurda karşılaştırmalarda ve değerlendirmelerde bulunmak boş sözlere dalmak demektir. Herhangi bir şeyin nasıl olduğunu kavramak kavrama duygusunun çeşidine bağlıdır. Yeryüzündekiler bir şeyi yeryüzünün şartları, ortamı ve orada sürdürülen hayatın şekline bağımlı olan bir his yapısı ile kavrarlar. Oraya, ahirete geçtiklerinde ise, perdeler kalkar, engeller kaldırılır, ruhlar ve akıllarbağımsız hale gelir. Hatta sözlerin anlamları bile, tatlarının değişmesinden dolayı değişmiş ve nasıl olacaksa o anlamı taşır hale gelmiştir. Tabi bizler şu an, onların nasıl olacaklarını kavramaktan aciziz.

Biz bu niteliklerden algılama yeteneğimiz gücünün yettiği en son sınıra vararak lezzet duyma, tat alma ve nimetten yararlanma biçimlerini canlandırsın diye söz ediyoruz. Çünkü bu dünyada bulunduğumuz sürece tadına varabileceğimiz budur, gerçek yüzünü ise orada ahirette yüce Allah bizlere ihsanı ve hoşnutluğu ile ikramda bulunduğu zaman, bizleri ağırladığı zaman anlayabileceğiz. (Seyyid Kutub Tefsiri)

17. (İnsanlar) bulutlara[*] bakmazlar mı, nasıl yaratılmış?

Arap dili bilginlerinden el-Müberrid, bu âyetteki ibil’e (الْإِبِلِ) “büyük bulut kütleleri” anlamı vermiştir (Şevkânî, Feth’ul-Kadîr) Bize göre doğru olan budur. Çünkü arkasından gök, dağlar ve yeryüzünden söz edilmektedir. Geniş bilgi için Fil Suresinde ebâbil kelimesi ile ilgili dipnota bkz.(Fil 105/3) (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

18. Gökyüzüne, nasıl yükseltilmiş?[*]

Gönüllerin gökyüzüne çevrilmesi Kur'an-ı Kerim'de sürekli tekrarlanır durur. Gözünü gökyüzüne çevirmeye en elverişli insanlar ise çöl insanlarıdır. Çünkü çölde gökyüzünün ayrı bir tadı ve zevki vardır. Sanki gökyüzü sadece orada çölde varmış gibi insana bambaşka ilhamlar verir ve üzerinde bambaşka etkiler bırakır.

Apaçık göz alıcı ve kamaştırıcı bir gündeki sema... İnsanı kendinden geçiren hoş ve büyüleyici bir akşam-üstü zamanı gökyüzü... O eşi bulunmaz güzelliğe sahip olan ve insanı duygulandıran güneş batımının göğü... Uçsuz bucaksız gecesi, parıl parıl parlayan yıldızı, fısıldaşan gök cisimleri ile birlikte gök kubbe. Ve güzel, canlı, parlak şafak vakti ile birlikte gökyüzü...

İşte çölün gökyüzü... Bakmazlar mı ona? Göz atmazlar mı göğün nasıl yükseltildiğine? Onu direksiz olarak yükselten kimdir? İçine sayısız yıldızları serpiştiren kimdir? Gökyüzüne bu güzelliği, bu alımı ve bu duygu verme yeteneğini bahşeden kimdir? Göğü yükselten onlar değildir. Kendiliğinden yükseltilmediğine göre, mutlaka onu bir yükselten, bir yoktan var eden vardır. Bu konu bilgiye, kafa yormaya gerek kalmayacak kadar açıktır. Bilinçli bir bakış bunun anlaşılması için yeterlidir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

19. Dağlara, nasıl dikilmiş?[*]

Dağlar -özel olarak- arap insanı için sığınak, barınaktır. Bir dost ve bir arkadaştır. Göstermiş olduğu manzara -genel olarak- insan ruhuna ürperti ve heybet verir. Çünkü insan dağların görkemi karşısında kendi küçüklüğünü ve cılızlığını görür, hiçliğini anlar. Yüce ve vakur ululuk karşısında boyun eğer. Dağların kucağında insan ruhu bütün benliği ile yüce Allah'a yönelir, orada kendisini Allah'a daha yakın hisseder, yeryüzünün karmaşasından, gürültüsünden, küçüklüğünden ve önemsizliğinden uzaklaşır. Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- Sevr dağındaki hira mağarasında ibadete çekilmesi ve uzun bir süre içinde bulundukları toplumun kirlerinden ruhen uzaklaşmak isteyenlerin dağlara çekilmesi bir tesadüf veya boşuna yapılmış bir hareket değildir.

Burada dağların en büyük özelliği "Nasıl dikildiği"dir. Çünkü bu nokta canlandırma açısından -ileride geleceği gibi sahnenin karakterine uyum göstermektedir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

20. Yeryüzüne, nasıl yayılıp döşenmiş?[*]

Yeryüzü gözler önüne serilmiştir. Üzerinde yaşamaya, gezip dolaşmaya ve çalışmaya elverişli şekilde hazırlanmıştır. Yeryüzünü böyle yayıp seren insanlar değildir. Orası insanlar yaratılmadan önce de yayılmış bir biçimde idi. O halde insanlar yeryüzüne neden bakmazlar? Onun gerisindeki gizli gerçeği düşünüp de bunu kim yaydı ve hayata elverişli hale kim getirdi? diye neden sormazlar?

Bu tablolar, sadece bilinçli bir bakışla ve uyanık bir düşünce ile insan kalbine birçok şeyler anlatır. Bu kadarı vicdanların harekete geçirilmesi, kalplerin diriltilmesi ve ruhun şu yaratıkların eşsiz bir şekilde yoktan var edicisine doğru yönelmesi için yeterlidir. (Seyyid Kutub Tefsiri)

21. Sen doğru bilgi ver (Kur’an’ı tebliğ et)! Senin görevin sadece doğru bilgi vermektir.
22. Onları hizaya getirecek biri değilsin!
23. Ancak kim yüz çevirir ve inanmazsa,
24. Allah, böylesine en büyük azapla azap edecektir.
25. Elbet onların dönüşü Bize olacaktır.
26. Sonra hepsi hesaba çekilecektir.[*]

Arap dilinde, anlatımı canlı tutmak ve konunun önemini vurgulamak için sözün akışı beklenmedik bir şekilde değiştirilerek üçüncü şahıstan birinci şahsa, ikinci şahıstan birinci veya üçüncü şahsa, birinci şahıstan ikinci veya üçüncü şahsa vs. geçilir. Geçmiş zamandan şimdiki veya gelecek zamana; gelecek zamandan geçmiş zamana ya da geçmiş zamandan emir kipine geçiş yapılabilir. Buna iltifat denir. Türkçede bu sanat olmadığından bu gibi ifadeler bir Türk’ü şaşırtır. Burada olduğu gibi birçok âyete, bu sanat yok sayılarak meâl verilmiştir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)