BÜRUC / TAKIM YILDIZLAR SURESİ

İniş Sırası: 27 • Mushaf Sırası: 85 • Mekki Sure • 22 Ayettir

Gökteki Takım Yıldızlardan bazıları

Rahmân Rahîm Allah’ın Adıyla

1. Ant olsun takım yıldızlarla dolu olan göğe,
2. Ant olsun söz verilen güne;[*]

Bugün dünya olaylarının ayrıştırılacağı, yeryüzünün ve ondaki her şeyin hesabının dürüleceği gündür. Bugün yüce Allah'ın geleceğini vaat ettiği gündür. O gün hesap ve ceza günüdür. Sürtüşmeleri ve davaları o güne ertelemiştir. O gün tüm yaratıkların beklediği ve işlerin nasıl sonuçlanacağını görmek için gözetlediği büyük bir gündür. (Seyyid Kutub Tefsiri)

3. Ant olsun o şahide ve şahitlik edilene![*]

Ergenlik çağına ermiş her insan, kendini ve çevresini gözlemlemesi sonucu Allah’ın varlığını, birliğini ve kendinin rabbi yani sahibi olduğunu kesin olarak kavrar. Bazıları bu şahitliğin gereğini ölene kadar yapar ve başkasına kul olmaz.

“Rabbin, Âdem oğullarından, onların bellerinden nesillerini aldığında (erkeklerde meni, kadınlarda yumurta kanala girip büluğa erdiklerinde) kendilerini bağlayacak şekilde şahit tutarak onlara: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” der. Onlar da: “Evet Rabbimizsin. Biz buna şahidiz.” derler. Artık Kıyâmet günü; “biz bunun farkında değildik” diyemezsiniz. Şunu da diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesildik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?” (Araf 7/172)

Âdemoğlunun belinden neslinin alınması, nesle sebep olan tohumun alınmasıdır. O da buluğla başlar. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

***

Şayet “Bu yeminlerin cevabı nerede?” dersen; şöyle derim: Cevap, “Kahrolmuştur o hendeği kazanlar” âyetinin delâletiyle hazfedilmiş olup âdeta; “Bu nesnelere yemin ederim ki onlar -yani Kureyş kâfirleri tıpkı o hendek sahipleri gibi lânete uğramışlardır!” denmektedir. Çünkü bu sûre Mekkelilerin eziyetlerine karşı müminlerin ayağını / duruşunu sağlamlaştırıp sabretmelerini sağlamak ve kendilerinden öncekilerin iman sebebiyle uğradıkları azapları, envâ-i çeşit eza ve cefayı, gösterdikleri sabır ve sebatı hatırlatıp, onlar sayesinde ünsiyet kesp etmelerini ve kavimlerinden gördükleri [nahoş] şeylere karşı sabretmelerini ve kendi inkârcılarının Allah katında, ‘bu, ateşle yakıp azap edenlerin’ konumunda olduklarını ve haklarında tıpkı; “Kahrolsun o hendeği kazanlar!” dendiği gibi “Kahrolsun Kureyş!” denmeyi hak eden, melun kimseler olduklarını bilmelerini sağlamak için gelmiştir. (Zemahşeri Tefsiri)

4. Kahroldu o hendeğin sahipleri,

Kur'an'ın ilk muhataplarının çok iyi bildiklerinden kuşku olmayan Ashab'ı Uhdud'un kim olduğu bugün tartışma konusudur. Kur'an, bu konuda kesin bir bilgi vermemektedir. Sonraki ayetlerden anlaşılan ve rivayetlere göre bunlar, kazıdıkları çukurda ateş yakıp, inananları o ateşe attıktan sonra onları izleyenlerdir. (Erhan Aktaş Tefsiri)

5. O ateşlerle dolu hendeği hazırlayanlar! ,
6. Onlar, ateşin çevresinde oturur,
7. mü’minlere yaptıkları azap ve işkenceyi seyrederlerdi.
8. O mü’minlerden ancak Azîz;[*] daima üstün olan ve Hamid;[*] övgüye layık olan Allah’a inanıyorlar diye intikam alıyorlardı.

Aziz ve Hamid isimlerinin ihsas ettirdiği mâna şudur: Kâfirin imanından dolayı mü’mine saldırısı, özünde Allah’a saldırıdır. Fakat Allah Aziz’dir, hiçbir saldırıdan etkilenmeyecek kadar üstün ve yücedir. Mü’min, imanından dolayı baskıya uğruyorsa, bu sızlanılacak değil hamdedilecek bir olaydır. Zira 1) İmanı Allah tarafından sınanmaya lâyık görülmüş ve ilâhî ilgiye mazhar olmuştur. 2) O mü’min bu sınav sayesinde ecir sahibi olmuştur. Bu tüm hamdlerin kendine mahsus olduğu Allah’a hamd etmeyi gerektirir. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

9. Göklerin ve yerin hakimiyeti kendisinin olan... Her şeye Şahid olan Allah’a... (inandıkları için)
10. Mümin erkeklerle mümin kadınları yakan[1*] sonra da tevbe[2*] etmeyen herkesin hak ettiği, Cehennem azabı, orada yanma[3*] azabıdır.

[1*] Fitne, altını ve gümüşü ateşte eriterek saflaştırma işlemidir (Lisan’ul-Arab c.13 s.317). Bunlar da Müslümanları ateşe atarak imanlarının saflığını görmüşlerdir.

[2*] Tevbe, dönüş yapmak demektir. Tevbe kapısı, Müslümanlara bu zulmü yapanlara dahi açıktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey kendilerini aşırı derecede kötü duruma sokmuş kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. O, çok bağışlar, ikramda bulunur.” (Zümer 39/53)

[3*] Müminleri yaktıkları için kendileri de yanacak, yaptıklarına denk bir ceza göreceklerdir. (Süleymaniye Vakfı Tefsiri)

11. (Ama) imana ermiş olup da doğru ve yararlı işler yapanlar, (öteki dünyada) içinden ırmaklar akan bahçeler bulacaklardır; bu, büyük bir kurtuluştur!
12. Doğrusu Rabbinin yakalaması şiddetlidir.[*]

"Doğrusu Rabbinin yakalaması..." şeklindeki ifade, bu söze muhatab olan Hz. Peygamber ile sözün sahibi olan Allah arasındaki bağı da dile getirmektedir. Rabblığına teslim olduğun yaratıcın. Yardımına sığındığın, dayandığın denmiş oluyor. Azgınların müminlere işkence ettiği böyle bir ortamda bu bağın, çok büyük bir değeri vardır. (Seyyid Kutub Tefsiri)

13. Gerçek şu ki; O’dur yoktan var eden ve yeniden diriltecek / hayat verecek olan!
14. O, Gafur’dur; çok bağışlayıcıdır, Vedûd’dur; hem sever hem de sevilmeyi ister!.[*]

İbareyi bir sıfat tamlaması olarak görürsek, zımnen: O Ğafur olduğu için Vedûd değil, Vedûd olduğu için Ğafur’dur. Yani sonsuzca seven ve sevilen olduğu için çok bağışlayandır. Bağışlaması sevgisinin sonucudur. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

15. Yönetim (Arş) O’nun elindedir, Mecîd'dir; yüceler yücesi, şanı çok yüce olandır.
16. Her istediğini yapabilen O'dur.
17. [Günahkar] orduların kıssasından haberin var mı?
18. Firavun ve Semud’un![*]

Firavun ve Semud kavmi. Biri sapık örgütlü güce, diğeri sapık topluma örnektir. Birincisi inanca devlet baskısını, ikincisi inanca toplumsal baskıyı temsil eder. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)

19. Aslında (sadece onlar değil) bütün kafirler yalana batmıştır. [*]

Bu, çağdaş kâfirlerin halini beyana geçmek içindir. Yani, bunlar anlatıldığı halde kâfirler hala yüce Allah'ın kuvvet ve kudretine ve Kur'ân'ın vaad ve tehdit yollu açıklamalarının gerçekliğine inanmıyorlar, o büyük kurtuluşa ermek istemiyorlar da "bunlar yalandır, asılsızdır" diye bir yalanlama sevdası içine dalmışlar, sonlarının kötülüğünü düşünmüyorlar. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

20. Allah ise onları hiç hesaba katmadıkları yerden çepeçevre kuşatandır.
21. Hayır, (Kur’ân, onların dedikleri gibi bir söz değil), o şerefli bir Kur’ân’dır.
22. Korunan bir levhada (Levh-i Mahfuz’da)’dır.[*]

Yani: ne cin ne şeytan o kaynağı bulandıramaz. Kitâbun mubîn ve imâmun mubîn diye de anılan Levh-i Mahfuz (“akıl sır ermez bir korunmuş anakart” veya “sınırsız merkezi bellek”), vahiy dahil bütün bir varlık âlemine dair ilâhî bilginin kayıtlı tabiatını ifade eder. Tıpkı insan hafızası gibi bu kayıt, kâğıtla kalemle izah edilemez. Zaten levhin mahfûzindeki belirsizlik, onun akla hayale sığmayan bir “merkezî hafıza” olduğunu ifade eder ve bu yapısıyla, “Allah Rasûlü’nün vahyi yazdırdığı sayfalardır” türünden bir yorumun imkânını dilsel olarak daha baştan yok eder. (Mustafa İslamoğlu Tefsiri)